13 Ocak 2009 Salı

Hazar Türkleri

Türkler, tarih boyunca pek çok güçlü devletler kurmuşlardır. Hazar İmparatorluğu, bu güçlü devletler listesinin başlarında yer alır. Hazar Türkleri, 468 yılından 965 yılına kadar yaklaşık 400 yıl geniş topraklar üzerinde hüküm sürdü-ler. En güçlü olduğu dönemlerde toprakları
doğu batı ekseninde, Aral Gölü yakınlarından Ukray-na'nın başşehri Kiev'e kadar uzanıyordu. Kuzeyde Moskova şehri ile sınırdaş idiler.
Güney sınırları Karadeniz'de son buluyordu. Günümüzde; Gürcüstan ve Bakü ile Tebriz Azerbaycanı olarak anılan topraklar da hâkimiyetleri altında idi.
Hazar İmparatorluğu'nun halkı; Avarlar, Ma-carlar, Burtaslar, Peçenekler, Ceremişler, Sabarlar, Fin kavimleri ve İdil Bulgarlarından oluşuyordu. Hâkim unsur, Türkler idi.
Hazarlar, Batı Hun Devleti'nin yıkıntıları üzerine, Göktürklerin batı kolu olarak Hazar Denizi'nin kuzeyinde toplandılar. Onları; Sabar (Sabir) Türklerinin devamı olarak gösteren kaynaklar da vardır.

Başlangıçta Şaman inancına mensup idiler. Bizans ile iyi ilişkiler içerisinde olduklarından 627 yılındaki Bizans - İran (Sâsâni) Savaşı'nda, Bizanslılardan yana oldular. Bu sebeple olmalı, Hazarların bir bölümü Hıristiyanlığı benimsedi. Yedinci yüzyılın sonlarına doğru Arran Hıristiyanlarının Hazarlar üzerindeki baskısı artınca, Hıristiyanlık yaygınlaştı.
Sekizinci yüzyılın ilk çeyreğinden sonra gelişen Arap akınları sebebiyle de İslâmiyet'le şereflendiler. 
Kalabalık Arap orduları karşısında, doğuya ve güneye doğru genişleme imkânı bulamayınca, batıya yöneldiler. Karadeniz'in kuzeyinden Kırım' ve Kiev'e kadar uzandılar.

Hazar Hakanları, Tarhan olarak anılırdı. En büyük Hazar tarhanı Yusuf bin Hârun'dur.

Hazarların bir kısmı, 800 yılından itibaren tarhanların ve saray çevresindeki asil ailelerin ilgisi sebebiyle Mûsevi dinini benimsediler. Musevi-lik devletin resmî dini olarak ilân edildi.

Hazar ismi ilk defa İranlılar tarafından kullanılmış ve yaygınlaşmıştır. Kelimenin kökünün Ka-zak olabileceği belirtiliyor.

Ord. Prof. Dr. Zeki Velidi Togan, Hazar Türklerinde tarhan ailesinin Göktürklere uzandığını bildiriyor. Sâsâni hükümdarı Enuşirvan'ın sarayında, üst düzeyde görev yapan çok sayıda Ha-zar Türkü bulunduğu, günümüze intikal eden bilgiler arasındadır.

HAZAR MEDENİYETİ


Hazarlar; değişik etnik ve dîni gruplardan oluşan bir toplum olduğu için, farklı kültürler ve me-deniyetleri bünyesinde barındırıyordu. Bir kısmı Göktürk Alfabesi'ni kullanırlarken, diğer bir kesim, İbrâni yazısını tercih ediyordu. Hazarlardan günümüze intikal eden yalnızca iki yazılı belge vardır. Bunlardan biri, Hazar tarhanı Yusuf bin Hârun'un, Endülüslü devlet ve din adamı olan İshak bin Şarput'a yazdığı mektuptur.
960 yılında yazılan mektupta, Yusuf bin Hârun, seceresini saymakta ve Mûsevi dinine girişini anlatmaktadır. Mektupta ayrıca Hazar İmparatorluğu'nda yaşayan boylar ve bunların yaşayış şekli hakkında bilgiler verilmektedir. Bu satırlardan anlaşıldığına göre Hazarlar, yarı göçebe hayatı yaşıyorlardı. Yazın köy ve yaylalardaki çadırlarında, kışın ise şehirlerindeki evlerinde oturuyorlardı. En önemli şehirleri: Etil, Saksın, Belencer, Sarkin ve Semender idi. Başkent Etil, Rusların Volga olarak adlandırdıkları, Türklerin ise İdil dedikleri ırmağın kıyısında idi. Hanbalığ olarak da anılır.

Hazar Türklerinden günümüze intikal eden belgelerin ikincisi, arkeolojik kalıntılardır. Sarkel şehrindeki kale duvarlarına, Göktürk harfleri ile oyma şeklinde yazılan yazılarda Türkçe kelimeler kullanılmıştır.

Hazar tarhanları savaşlarda odâde denilen çadırlı arabalar kullanırlardı. Arabanın her tarafı halılarla döşenir, üzerinde sırmalarla örtülü bir kubbe yükselirdi. Kubbenin üzerinde, altından yapılmış bir armut bulunurdu. Savaş arabalarının yirmiye yakın kapısının ??? olduğu, kapıların altın ve gümüş kaplı olduğu göz önünde bulundurulursa, Hazarların zengin insanlar olduğu kanaatine varılır. Gelinlerin çeyiz arabaları da tarhanın savaş arabasını andırıyordu.

Ölülerini, Oğuz Türklerinde olduğu gibi suya atarlardı
. Daha sonraları, ölüleri yakma âdeti benimsendi.
 Tahranlara ayrı bir cenâze ve gömme töreni uygulanırdı. Özenle hazırlanan ve altınlarla - gümüşlerle süslenen kabirler, daha sonra suya gömülürdü. Bu sebeple, Hazar tarhanlarının hiçbirinin mezarı bulunamamıştır.

Başşehir Etil, aynı zamanda Asya ile Avrupa arasındaki ticâretin merkezi idi. Alışverişte kurşun paralar kullanıldığı belirlenmiştir. Ekin adı verilen kumaş ve kâğıt paralar da kullanılırdı.

İbn Fadlan'ın belirttiğine göre, Hazarların devlet teşkilâtında çifte krallık düzeni uygulanıyordu. Tarhan,doğrudan doğruya devlet işlerine karışmaz, temsil görevi üstlenirdi. Yönetim, tarhanın nâibi olan ve Hakanbeğ olarak anılan kişinin elinde olurdu. Hakanbeğ'i tâyin etmek ve görevden almak yetkisi yalnızca tarhanda idi. Savaş açma yetkisi ve ordu yönetimi de hakanbeğe ait olurdu. Ordu savaşta yenilirse, hakanbeğ ve askerler, tarhan tarafından cezalandırılır, malları ellerinden alınırdı. 
Tarhanların görev süresi 40 yıl ile sınırlandırılmıştı.Bu süre içerisinde eceli ile ölmemişse, "Bunadı, aklı azaldı" ge-rekçesiyle yakın çevresi tarafından öldürülürdü.

Hazar Türkleri, ticaret alanında da söz sâhibi idiler. İslâm dünyası'nda en çok rağbet gören kürkler, Hazarlar tarafından üretilirdi. Siyah ve kızıl tilki kürkleri en değerlileriydi. Hazar kılıncı ve Sabar zırhı da üreticisini ve alım - satımını yapan kişileri zengin eden ticârî eşyaların ilk sı-ralarında yer alıyordu. Tarım ve hayvancılık, ekonominin önemli bir unsuru idi. Hazarlar, her milletten ve dinden tüccarların ülkeye gelip yerleşmesine izin veriyorlardı. İmparatorluğun başşehri, transit ticaretin de merkezi idi. Devlet, gerek yerleşik yabancı tüccardan gerekse transit ticareti yapanlardan vergi alıyordu. Buna karşılık tüccarın mal ve can güvenliği teminat altında idi.

El sanatları ve süs için kullanılan takılar üstün bir zevk ürünü idi. 731 yılında imparator Beşinci Konstatin ile evlenerek Bizans sarayına gelin giden Hazar prenseslerinden Çiçek Hâtun'un çeyiz olarak götürdüğü eşyaların büyük bir hayranlıkla karşılandığı, Bizans kaynaklarında yer alır. Bu evlilikten doğan prens, Hazar Leon olarak tanınmıştır.

Şehirlerde câmi, kilise ve sinagog yan yana bulunur, farklı din ve inançlara mensup insanlar, bir arada dostça yaşarlardı. Evler ve kaleler, Türkistan'daki yapılarla tamamen aynı idi. Hazar medeniyetine ait şehirler ve eserler, Rusların 968 yılında başlayan saldırıları ile önce harap sonra da yok oldu.

HAZAR İMPARATORLUĞU'NUN ÇÖKÜŞÜ

Hazarlar Batıda ve kuzey Avrupa'da özellikle Bizans sınırlarında uzun yıllar başarılı oldular.

Kırım'da yaşayan Gotları hâkimiyetleri altına aldılar. Buna karşılık 920 yılından sonra güneyde Araplardan ağır darbeler yediler. Onları zayıflatan yalnızca Arap saldırıları değildi. Ruslar, Selçuklular ve Kıpçakların akınları da çöküşte etkili oldu. 866 yılında bir Rus kinezi, Kiev'i Hazarların elinden aldı. Kinezlerin himâyesindeki Rus kayıkçıları, Volga nehrinden Hazar Denizi'ne inerek hırsızlık, soygun ve yağma yapıyorlardı. Kayıkçıların başarılarından cesâret alan Ruslar, aynı yoldan asker göndererek 944'te Azerbaycan'ı istilâ ettiler. Hemen ardından günümüzde Dağıstan Muhtar Cumhuriyeti sınırları içerisinde bulunan Terek havzasındaki dönemin en meşhur ve mükemmel bağları, meyve ve sebze bahçeleri, yine Ruslar tarafından tamamen tahrip edildi. Şehirlerdeki câmi, kilise ve havraları da yıktılar. Hazar milletinin çalışkanlığı sâyesinde bağlar, bahçeler ve şehir üç yıl içerisinde eski hâline getirildi ise de aradan iki yıl geçmeden saldırı ve tahrip olayları tekrarlandı. Halk artık yılmıştı. Tekrar toparlanması mümkün olmadı. Çâreyi göç etmekte buldu.

Hazar Türkleri sanatta ve ticarette söz sâhibi olmalarına rağmen savaşçı bir topluluk değildi. Barışçı insanlardı.

Kıpçakların Aşağı İdil bölgesine gelmeleriyle Hazar İmparatorluğu'nda ciddî bir çöküş dönemi ve ardından göçler başladı. Zamanla Azak Denizi çevresine ve Kırım Yarımadası'na yerleştiler. 900'lü yılların ilk çeyreği tamamlandığında Kiev'deki Hazar Türkleri, Rusların hâkimiyetini kabullenmek mecburiyetinde kaldılar.
Hemen ardından Selçuklular, Hazar ülkesine geldiler.
1066'da Sultan Alparslan Beğ, Hazarlara ait toprakları fethetti.
Bu tarihte artık Hazar İmparatorluğu'nun yönetiminde olmayan 3.000 Hazar ailesi, Derbent'i geçerek Selçuklu yönetiminde yaşamayı kabul ettiklerini bildirdiler.
Selçuklular geldiğinde Hazar Denizi'nin kuzeyinde Kıpçaklar, Saksınlar ve Bulgar Türkleri vardı.
Ardından Moğollar geldiler.
Hazar İmparatorluğu'nun topraklarında Moğolların devamı olan Altın Orda Devleti kuruldu.
Altın Orda halkının İslâmiyet'le şereflenmesinden sonra Hazarlar ile iyice kaynaştılar.

Hazarlar, medenî insanlardı. Ebû'l Fida adlı bir yazar, bölgeye gelen Müslüman olmayan Türklerin, Hazarlara, geçmişteki iyi komşuluk ilişkileri sebebiyle dostâne davrandıklarını, bölgedeki sanat ve ticaret hayatının devamı için evlerinde ve emin bir şekilde yaşamalarına izin verdiklerini belirtir. Bu anlayış sebebiyle Hazar halkının kalıntıları, devletleri tarih sahnesinden çekildikten sonra, iki asır süre ile kültürlerine bağlı olarak varlıklarını sürdürdüler.

Hazar halkının Musevî inancına mensup olanları Kırım ve İstanbul'da Karaimler, Hıristiyan olanları Türkiye'de ve Moldavya'da Ortadoks Türkler, Müslüman olanları ise aramızda Türk kültünü özümsemiş insanlar olarak hayatlarını sürdürüyorlar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder