13 Ocak 2009 Salı

Hazar Türkleri

Türkler, tarih boyunca pek çok güçlü devletler kurmuşlardır. Hazar İmparatorluğu, bu güçlü devletler listesinin başlarında yer alır. Hazar Türkleri, 468 yılından 965 yılına kadar yaklaşık 400 yıl geniş topraklar üzerinde hüküm sürdü-ler. En güçlü olduğu dönemlerde toprakları
doğu batı ekseninde, Aral Gölü yakınlarından Ukray-na'nın başşehri Kiev'e kadar uzanıyordu. Kuzeyde Moskova şehri ile sınırdaş idiler.
Güney sınırları Karadeniz'de son buluyordu. Günümüzde; Gürcüstan ve Bakü ile Tebriz Azerbaycanı olarak anılan topraklar da hâkimiyetleri altında idi.
Hazar İmparatorluğu'nun halkı; Avarlar, Ma-carlar, Burtaslar, Peçenekler, Ceremişler, Sabarlar, Fin kavimleri ve İdil Bulgarlarından oluşuyordu. Hâkim unsur, Türkler idi.
Hazarlar, Batı Hun Devleti'nin yıkıntıları üzerine, Göktürklerin batı kolu olarak Hazar Denizi'nin kuzeyinde toplandılar. Onları; Sabar (Sabir) Türklerinin devamı olarak gösteren kaynaklar da vardır.

Başlangıçta Şaman inancına mensup idiler. Bizans ile iyi ilişkiler içerisinde olduklarından 627 yılındaki Bizans - İran (Sâsâni) Savaşı'nda, Bizanslılardan yana oldular. Bu sebeple olmalı, Hazarların bir bölümü Hıristiyanlığı benimsedi. Yedinci yüzyılın sonlarına doğru Arran Hıristiyanlarının Hazarlar üzerindeki baskısı artınca, Hıristiyanlık yaygınlaştı.
Sekizinci yüzyılın ilk çeyreğinden sonra gelişen Arap akınları sebebiyle de İslâmiyet'le şereflendiler. 
Kalabalık Arap orduları karşısında, doğuya ve güneye doğru genişleme imkânı bulamayınca, batıya yöneldiler. Karadeniz'in kuzeyinden Kırım' ve Kiev'e kadar uzandılar.

Hazar Hakanları, Tarhan olarak anılırdı. En büyük Hazar tarhanı Yusuf bin Hârun'dur.

Hazarların bir kısmı, 800 yılından itibaren tarhanların ve saray çevresindeki asil ailelerin ilgisi sebebiyle Mûsevi dinini benimsediler. Musevi-lik devletin resmî dini olarak ilân edildi.

Hazar ismi ilk defa İranlılar tarafından kullanılmış ve yaygınlaşmıştır. Kelimenin kökünün Ka-zak olabileceği belirtiliyor.

Ord. Prof. Dr. Zeki Velidi Togan, Hazar Türklerinde tarhan ailesinin Göktürklere uzandığını bildiriyor. Sâsâni hükümdarı Enuşirvan'ın sarayında, üst düzeyde görev yapan çok sayıda Ha-zar Türkü bulunduğu, günümüze intikal eden bilgiler arasındadır.

HAZAR MEDENİYETİ


Hazarlar; değişik etnik ve dîni gruplardan oluşan bir toplum olduğu için, farklı kültürler ve me-deniyetleri bünyesinde barındırıyordu. Bir kısmı Göktürk Alfabesi'ni kullanırlarken, diğer bir kesim, İbrâni yazısını tercih ediyordu. Hazarlardan günümüze intikal eden yalnızca iki yazılı belge vardır. Bunlardan biri, Hazar tarhanı Yusuf bin Hârun'un, Endülüslü devlet ve din adamı olan İshak bin Şarput'a yazdığı mektuptur.
960 yılında yazılan mektupta, Yusuf bin Hârun, seceresini saymakta ve Mûsevi dinine girişini anlatmaktadır. Mektupta ayrıca Hazar İmparatorluğu'nda yaşayan boylar ve bunların yaşayış şekli hakkında bilgiler verilmektedir. Bu satırlardan anlaşıldığına göre Hazarlar, yarı göçebe hayatı yaşıyorlardı. Yazın köy ve yaylalardaki çadırlarında, kışın ise şehirlerindeki evlerinde oturuyorlardı. En önemli şehirleri: Etil, Saksın, Belencer, Sarkin ve Semender idi. Başkent Etil, Rusların Volga olarak adlandırdıkları, Türklerin ise İdil dedikleri ırmağın kıyısında idi. Hanbalığ olarak da anılır.

Hazar Türklerinden günümüze intikal eden belgelerin ikincisi, arkeolojik kalıntılardır. Sarkel şehrindeki kale duvarlarına, Göktürk harfleri ile oyma şeklinde yazılan yazılarda Türkçe kelimeler kullanılmıştır.

Hazar tarhanları savaşlarda odâde denilen çadırlı arabalar kullanırlardı. Arabanın her tarafı halılarla döşenir, üzerinde sırmalarla örtülü bir kubbe yükselirdi. Kubbenin üzerinde, altından yapılmış bir armut bulunurdu. Savaş arabalarının yirmiye yakın kapısının ??? olduğu, kapıların altın ve gümüş kaplı olduğu göz önünde bulundurulursa, Hazarların zengin insanlar olduğu kanaatine varılır. Gelinlerin çeyiz arabaları da tarhanın savaş arabasını andırıyordu.

Ölülerini, Oğuz Türklerinde olduğu gibi suya atarlardı
. Daha sonraları, ölüleri yakma âdeti benimsendi.
 Tahranlara ayrı bir cenâze ve gömme töreni uygulanırdı. Özenle hazırlanan ve altınlarla - gümüşlerle süslenen kabirler, daha sonra suya gömülürdü. Bu sebeple, Hazar tarhanlarının hiçbirinin mezarı bulunamamıştır.

Başşehir Etil, aynı zamanda Asya ile Avrupa arasındaki ticâretin merkezi idi. Alışverişte kurşun paralar kullanıldığı belirlenmiştir. Ekin adı verilen kumaş ve kâğıt paralar da kullanılırdı.

İbn Fadlan'ın belirttiğine göre, Hazarların devlet teşkilâtında çifte krallık düzeni uygulanıyordu. Tarhan,doğrudan doğruya devlet işlerine karışmaz, temsil görevi üstlenirdi. Yönetim, tarhanın nâibi olan ve Hakanbeğ olarak anılan kişinin elinde olurdu. Hakanbeğ'i tâyin etmek ve görevden almak yetkisi yalnızca tarhanda idi. Savaş açma yetkisi ve ordu yönetimi de hakanbeğe ait olurdu. Ordu savaşta yenilirse, hakanbeğ ve askerler, tarhan tarafından cezalandırılır, malları ellerinden alınırdı. 
Tarhanların görev süresi 40 yıl ile sınırlandırılmıştı.Bu süre içerisinde eceli ile ölmemişse, "Bunadı, aklı azaldı" ge-rekçesiyle yakın çevresi tarafından öldürülürdü.

Hazar Türkleri, ticaret alanında da söz sâhibi idiler. İslâm dünyası'nda en çok rağbet gören kürkler, Hazarlar tarafından üretilirdi. Siyah ve kızıl tilki kürkleri en değerlileriydi. Hazar kılıncı ve Sabar zırhı da üreticisini ve alım - satımını yapan kişileri zengin eden ticârî eşyaların ilk sı-ralarında yer alıyordu. Tarım ve hayvancılık, ekonominin önemli bir unsuru idi. Hazarlar, her milletten ve dinden tüccarların ülkeye gelip yerleşmesine izin veriyorlardı. İmparatorluğun başşehri, transit ticaretin de merkezi idi. Devlet, gerek yerleşik yabancı tüccardan gerekse transit ticareti yapanlardan vergi alıyordu. Buna karşılık tüccarın mal ve can güvenliği teminat altında idi.

El sanatları ve süs için kullanılan takılar üstün bir zevk ürünü idi. 731 yılında imparator Beşinci Konstatin ile evlenerek Bizans sarayına gelin giden Hazar prenseslerinden Çiçek Hâtun'un çeyiz olarak götürdüğü eşyaların büyük bir hayranlıkla karşılandığı, Bizans kaynaklarında yer alır. Bu evlilikten doğan prens, Hazar Leon olarak tanınmıştır.

Şehirlerde câmi, kilise ve sinagog yan yana bulunur, farklı din ve inançlara mensup insanlar, bir arada dostça yaşarlardı. Evler ve kaleler, Türkistan'daki yapılarla tamamen aynı idi. Hazar medeniyetine ait şehirler ve eserler, Rusların 968 yılında başlayan saldırıları ile önce harap sonra da yok oldu.

HAZAR İMPARATORLUĞU'NUN ÇÖKÜŞÜ

Hazarlar Batıda ve kuzey Avrupa'da özellikle Bizans sınırlarında uzun yıllar başarılı oldular.

Kırım'da yaşayan Gotları hâkimiyetleri altına aldılar. Buna karşılık 920 yılından sonra güneyde Araplardan ağır darbeler yediler. Onları zayıflatan yalnızca Arap saldırıları değildi. Ruslar, Selçuklular ve Kıpçakların akınları da çöküşte etkili oldu. 866 yılında bir Rus kinezi, Kiev'i Hazarların elinden aldı. Kinezlerin himâyesindeki Rus kayıkçıları, Volga nehrinden Hazar Denizi'ne inerek hırsızlık, soygun ve yağma yapıyorlardı. Kayıkçıların başarılarından cesâret alan Ruslar, aynı yoldan asker göndererek 944'te Azerbaycan'ı istilâ ettiler. Hemen ardından günümüzde Dağıstan Muhtar Cumhuriyeti sınırları içerisinde bulunan Terek havzasındaki dönemin en meşhur ve mükemmel bağları, meyve ve sebze bahçeleri, yine Ruslar tarafından tamamen tahrip edildi. Şehirlerdeki câmi, kilise ve havraları da yıktılar. Hazar milletinin çalışkanlığı sâyesinde bağlar, bahçeler ve şehir üç yıl içerisinde eski hâline getirildi ise de aradan iki yıl geçmeden saldırı ve tahrip olayları tekrarlandı. Halk artık yılmıştı. Tekrar toparlanması mümkün olmadı. Çâreyi göç etmekte buldu.

Hazar Türkleri sanatta ve ticarette söz sâhibi olmalarına rağmen savaşçı bir topluluk değildi. Barışçı insanlardı.

Kıpçakların Aşağı İdil bölgesine gelmeleriyle Hazar İmparatorluğu'nda ciddî bir çöküş dönemi ve ardından göçler başladı. Zamanla Azak Denizi çevresine ve Kırım Yarımadası'na yerleştiler. 900'lü yılların ilk çeyreği tamamlandığında Kiev'deki Hazar Türkleri, Rusların hâkimiyetini kabullenmek mecburiyetinde kaldılar.
Hemen ardından Selçuklular, Hazar ülkesine geldiler.
1066'da Sultan Alparslan Beğ, Hazarlara ait toprakları fethetti.
Bu tarihte artık Hazar İmparatorluğu'nun yönetiminde olmayan 3.000 Hazar ailesi, Derbent'i geçerek Selçuklu yönetiminde yaşamayı kabul ettiklerini bildirdiler.
Selçuklular geldiğinde Hazar Denizi'nin kuzeyinde Kıpçaklar, Saksınlar ve Bulgar Türkleri vardı.
Ardından Moğollar geldiler.
Hazar İmparatorluğu'nun topraklarında Moğolların devamı olan Altın Orda Devleti kuruldu.
Altın Orda halkının İslâmiyet'le şereflenmesinden sonra Hazarlar ile iyice kaynaştılar.

Hazarlar, medenî insanlardı. Ebû'l Fida adlı bir yazar, bölgeye gelen Müslüman olmayan Türklerin, Hazarlara, geçmişteki iyi komşuluk ilişkileri sebebiyle dostâne davrandıklarını, bölgedeki sanat ve ticaret hayatının devamı için evlerinde ve emin bir şekilde yaşamalarına izin verdiklerini belirtir. Bu anlayış sebebiyle Hazar halkının kalıntıları, devletleri tarih sahnesinden çekildikten sonra, iki asır süre ile kültürlerine bağlı olarak varlıklarını sürdürdüler.

Hazar halkının Musevî inancına mensup olanları Kırım ve İstanbul'da Karaimler, Hıristiyan olanları Türkiye'de ve Moldavya'da Ortadoks Türkler, Müslüman olanları ise aramızda Türk kültünü özümsemiş insanlar olarak hayatlarını sürdürüyorlar.

10 Ocak 2009 Cumartesi

hazar kağanlığı

Hazarların Kökeni ve Dili

DoğuAvrupa’da ilk muntazam devlet kuran kavim Hazarlar’dır. Hazarlar, Orta Asya’dahalis bir Türk kavmi idiler. 7.-10. yüzyıllarda kuvvetli teşkilatı, canlı ticarîfaaliyeti, dinî hoşgörüsü ve iktisadî refahı ile Kafkaslar ve Karadeniz'in kuzeydüzlüklerinde İtil (Volga)'dan Özü(Dnyeper)'ye, Çolman(Kama)'a ve Kiyef'e uzanansahada siyasî istikrar sağlayan Hazarhakanlığı Doğu Avrupa tarihinde büyük rol oynamış en mühim Türk devleti olarakgörünmektedir.

Hakanlığa adveren Hazarların (Arapça’da al-Hazar, İbranicede Hazar, Kozar, Latincede Chazari,Gazari, Grekçede Khazaroi, Rusçada Kozar, Kozarin, Macarcada Kazar, Kozar, ErmenicedeHazir-k, Gürcücede Hazar-i), Sabar Türklerinin devamı oldukları İslam tarihçisiel-Mes'üdî'nin (10. yüzyıl) bir kaydı ile de kuvvet kazanmıştır. Ona göre,İranlıların "Hazar" dedikleri topluluk Türkler tarafından "Sabar"(Sebir) diye anılır. Sabar adı yerine Hazar tabirinin hemen aynı manaya gelmesi debunu teyid eder.

Hazarları meydanagetiren ahalinin yalnız eski Sabar Türkleri'nden ibaret olmadığı, aslen Sabar olanSemender ve Belencer adlı iki Hazar boyundan başka, hakanlık topraklarında yaşayanzümreler arasında çeşitli Türk guruplarının yer aldığı da şüphesizdir. Hazarülkesinde Y'li (doğu) Türkçe (Hun, Gök-Türk, Uygur lehçesi) yanında R'li (batı)Türkçe (Ogur-Bulgar lehçesi) de konuşuluyor, ayrıca Fin-Ugor (Macarca) ve diğermahallî diller kullanılıyordu.

Bu, bölgede cereyaneden tarihî hadiselerin tabiî sonucu idi: Hazar devletinin ana toprakları durumundaolan Itil-Kafkaslar-Don arası saha, doğudan batıya gelişen büyük göçhareketlerinin yolu olduğu için, Hunlardan, Ogurlardan, Fin-Ugorlardan. Avarlardanburada kalan kütleler hayatlarını devam ettiriyorlardı.

Hazar Coğrafyası

Hazarlar’ınişgal ettikleri saha jeopolitik bakımdan çok mühimdir. Burası: İdil, Yayık, Kubanve Don (Ten) gibi, dört büyük nehrin mansabında, Çin- Türkistan- Karadeniz- Bizans-Önasya- İran- Harzem- Suriye- Mezopotamya- Kafkas- Şarkî Avrupa- Hazar- Skandinavyayollarının birleştiği bir saha idi.

Hazar memleketineKama ve Orta İdil havzasından her nevi hububat, kıymetli kürkler, bal ve balmumu,kereste, Yayık boyunca cenubî Ural’dan muhtelif madenler, Çin ve Türkistan’danipek ve pamuklu dokuma, İran ve Bizans’tan endüstri (sanayi) mamulâtı, Slav veSkandinavya memleketlerinden muhtelif eşya ve esir gelmekte idi.

Büyük kara venehir-deniz ticaret yollarının geçtiği bir yerde oturan Hazarlar erken yerleşik birkavim oldukları gibi, devletin esasiktisadî bünyesi ticarete istinat etmeğe başlamıştır. Az bir zaman içinde büyükticaret merkezleri-şehirleri- kurulmuştur; meselâ: İdil nehrinin mansıbındaki İtil,Şimalî Kafkasya’daki Semender ve Derbent, Yayık nehri mansıbındaki (?) Saksin,Kuban mansıbındaki Tamatarhan, Don boyundaki Sarkel (Ak-şehir) kalesi, adları malûmbelli başlı Hazar şehirleridir; bunlardan başka diğer büyük ve küçük şehirlerolduğu da zannedilmektedir.

Şehir hayatı süren,yani yüksek bir maddî ve manevî medeniyete sahip, ticaretle meşgul ve aynı zamandaziraatı da ihmal etmeyen yani toprağa bağlı bir Türk kavmi, en geç M.S. VI.yüzyılda İdil’in orta ve aşağı mecrası ile şimalî Kafkasya ve Don boyuncaelinde tutmakta idi.

Gök-Türklere Bağlı Hazarların Bizans'a Yardımları

558'den sonraki yıllardaSasanîlerle savaşa girişmiş Kafkaslar hakimi bir kavim olduğu bildirilen Hazarlar(daha doğrusu Sabarlar) "Hazar" adı ile 586'da Bizans'da iyice tanınmışbulunuyorlar, fakat aynı zamanda "Türk" diye anılıyorlardı. Çinkaynaklarında ise "Türk-Hazar" (T'u-küe Ho-sa-K'o-sa) adı ilezikredilmişlerdir. Bu son iki kayıt Hazar ülkesinin 576 yıllarında hakimiyetiKaradeniz'e ulaşan Gök-Türk imparatorluğu sahası içine alındığını göstermekteve topluluk adları kullanılışında Türk geleneğine uygun düşmektedir.

Böylece, Hazarlar, Gök-Türk hakanlığının batıda en uçkanadını meydana getirmişlerdir. Ermeni tarihçisi rahip Sebeos (VII.asır)'a veİslam kaynaklarına göre, Gök-Türk hanedanı Aşına ailesinden bir başbuğunidaresinde bu durum 7. yüzyılın 2. çeyreğine kadar devam etmiş ve Hazarlar BatıGök-Türk hakanının iradesi ile Sasanîlere karşı Bizans'a yardımdabulunmuşlardır. Hazarların Derbend'i geçerek Gürcistan'a girip Tiflis'ikuşattıkları ve Azerbaycan'a akınlar yaptıkları 626 yılına doğru, kendisi doğuKaradeniz sahillerinde bulunduğu sırada, başkenti Sasanî-Avar muhasarasına alınmışolan Bizans imparatoru Herakleios, Tiflis önlerine gelerek, Hazar hükümdar-başbuğu-ihtimal Batı Gök-Türk hakanı Tong Yabgu'nun küçük kardeşi "Yabgu" ilevardığı anlaşma sonucunda sağladığı 40 bin atlının desteği sayesinde İraniçlerine yürümeğe muvaffak olmuştu.

Bu münasebetle Anadolu İranlılarınistilasından kurtarılmış, Sa-sanîler artık büyük devlet olmaktan çıkmış veHazar kumandanı Çorpan Tarhan'ın başarı ile harekatı yürüttüğü bu sıralarda"Yabgu" da Tiflis'i zaptederek (629) bazı Ermeni kütlelerini himayesinealmıştı.

Hazar Hakanlığının Kurulması

Hazartarihinin gerçek hakanlık devresi 630'dan itibaren başlamaktadır. Bu tarihte OrtaAsya'da Gök-Türk hakanlığının Çin hakimiyetini tanıyarak bir fetret devresinegirmesi üzerine, kendi topraklarında kendi başlarına idareler kurmağa girişenbirçok Türk topluluklarında görüldüğü gibi, Hazarlar da, müstakil hakanlıkolarak devletlerini geliştirdiler. Başarı için gerekli siyasî ve iktisadî şartlarmevcut bulunuyordu.

Hazar-Bizans İlişkileri

Hazar Devleti, İrankarşısında Bizans'ın en iyi müttefiki durumunda idi. Türk-Bizans işbirliğisayesinde zayıflayan Sasanî imparatorluğu 634-637'lerde İslam kuvvetleri tarafındançökertilip İran toprakları Arapların eline geçerek, İslam ileri harekatı biryandan Ermeniye yolu ile Kafkaslar'a doğru, bir yandan da Suriye üzerinden Anadoluiçlerine doğru gelişmeye başlayınca, bu ittifak tabiî bir hal aldı. 7. asrın 2.yarısından itibaren gittikçe kuvvetlenerek 8. yüzyıl boyunca devam eden siyasîmenfaatler ortaklığı, iki tarafın hükümdar aileleri arasında evlenmelere varacakölçüde değer ve ehemmiyet kazandı.İmparator Justinianos II (685-695 ve 705-711) veKonstantinos V (741-775) Hazar prensesleri ile evlendiler .

Konstantinos'un prenses Çi-çek'tendoğan oğlu, tarihte "Hazar Leon" lakabı ile tanınan imparator Leon IV(775-780) Hazar hakanının torunu oluyordu. Bu suretle imparatorlar, aynı zamanda kendisiyasî-askerî iç meselelerinin hallinde Hazar yardımından faydalanıyorlardı. HazarLeon'un karısı İren'in, daha sonra, "Augusta" veya bir imparator naibi olarakdeğil, fakat tek başına ve tam salahiyetli "Basile-us" kabul ve ilan edilmesigibi Bizans ve Roma tarihinde ilk defa görülen hadise herhalde Hazar-Türk tesiri ileizah edilebilir.

Araplarla Mücadele

665'i takipeden yıllarda, Karadeniz kuzeyindeki "Büyük Bulgarya" devletinin kuvvetliHazar genişlemesi karşısında dayanamıyarak parçalanması neticesi, Dnyeper'e kadaruzanan düzlükler Hazarlara geçmiş ve hakanlık Kafkasların güneyinde de İslam ileriharekatına karşı yolları kapamıştı. Araplarla Hazarların mücadeleleri şiddetlive devamlı oldu. İlk büyük taarruz Halife Osman zamanında H. 31 (651-652)'de Selmanb. Rebîa kumandasında yapıldı. Derbend'i aşarak Hazar başkenti Belencer'e kadarsokulan Arap kuvvetleri geri püskürtüldü ve Hazarlar güneye doğru Ermenistan'agirdiler.

Bundan sonra, yarımasırdan fazla devam eden sınır boyu çarpışmalarını Arapların büyük çaptaharekâtı takip etti. Bu seferlerin başında Emevîlerin ünlü kumandanlarındanMesleme Abd'il-Melik (Halîfe Velîd 1 -705-715-'in kardeşi) bulunuyordu. Derbendhavalisine kadar uzanan (707-710, 711 yılları) Mesleme 714'de Derbend'i zaptetti ise de,kendisinin Istanbul'a yürümek üzere Kafkaslar'dan ayrılmasından sonra, Hazar taarruzukarşısında Arap kuvvetleri geri çekildi. 722 yılında, Ermeniye valisiel-Carrah'ül-Hikemî Hazar ülkesinde büyük başarı kazandı.

730'a kadarkikarşılıklı akınlar sonucunda Araplar tekrar Azerbaycan'a gerilediler. Fakat en mühimbaşarılarını Ermeniye ve Azerbaycan valisi Mervan b. Muhammet (sonradan halife)'in737'deki harekatı ile elde ettiler. Bu münasebetle hakanın İslamiyeti kabulezorlandığı söylenir; ancak rivayete göre, az sonra o yine eski dinine dönmüştür.İslam halifeliğinde Abbasîlerin iktidara gelmesi ile nıücadele hızından kaybetti.Mühim olmak üzere 8. asrın 2. yarısında, 760'lardan sonra, Hazarların Tiflis'itekrar ele geçirip Ermeniye bölgesine girmeleri zikredilmeğe değer.

Bu savaşlar dolayısiylebelirtildiğine göre, halîfe El-Mansür tarafından H. 141 (758)'de Daryal'da kurulmuşolan Ermeniye vilayet merkezinde vali Yezîd b.Useyd, hakanla uzlaşmak için, halîfeninarzusu gereğince bir Hazar prensesi ile evlenmekistemiş, tarhanlar refakatinde ağır çeyizi ile Berdaa (vilayet merkezi)'ya getirilenkızın doğum esnasında çocuğu ile ölmesi, hakanı bunun gerçekte bir ihanet sonucuolabileceği düşüncesine sevkederek harp sebebi sayılmış ve As-Tarhankumandasındaki Hazar ordusu hilafet topraklarına yürümüştür.

Hazar Devletinin Gelişmesi

İslam hilafetimparatorluğunun en kuvvetli devirlerinde Arap ordularına karşı gösterilen bu çetinmukavemet Hazar devletinin kudretini bir kere daha ortaya koyar. Hakikaten 8.-9. asırlarda hakanlık, îslammüelliflerinin ifadelerinden de anlaşıldığı üzere, Çin ve Bizans ile denk ayardaolmak üzere, Doğu Avrupa'nın en büyük siyasî teşekkülü durumunda idi.Sınırları bilhassa batı ve kuzey yönünde genişlemiş, Kuzey Kafkaslar'da"Serîr" ülkesi "Avarlar", Alanlar, On-ogurlar ve Kafkaslar'ındağlı kavimleri, Kırım'da Gotlar, İtil Bulgarları, Volga civarında Fin-UgorBurtas'lar ve başka çeşitli Fin kolları, Desna ırmağı ile orta Dnyeperçevresindeki İslav kütlelerinden Radimiçler, Vyatiçler, Severianlar, Polianlar vb.,Kuban havalisindeki Macarlar ve Kiyef ile dolayları, hakanlığın idaresinegirmişlerdi.

Böylece, 9. asırsonlarına ait bir kaynakta (Eldad ha-Dani) hakanı "25 kral"ın başındaolduğu söylenen Hazarlara bu siyasî gücü sağlayan başlıca imkanlardan biri,hakanlığın, coğrafî mevkii itibariyle Ortaçağ'ların belki en canlı ticarîfaaliyet bölgesinin merkezinde yer almış olması idi. Hazar ülkesineİskandinavya'dan, Volga ve Kama boylarından bilhassa kürkler (samur, kakım, sansar,zerduva, tilki vb.) ve diğer ticarî mallar (balmumu,tutkal), Çin'den ve Türkistan'danipek ve kumaşlar, Bizans'tan türlü sanat ve süs eşyası geliyor, İtil ve başkaHazar şehirlerinde pazarlanıyor, bu çeşitli ve zengin emtia Orta Asya-DoğuAvrupa-Yakın-doğu kıtaları arasında bir yandan diğer yana akıyordu Hazarhakanlığı, devlete yüksek gelir sağlama bakımından bu büyük ticarî faaliyetiteşkilatlandırıp emniyet ve kontrol altına almak suretiyle en iyi şekildedeğerlendiren bir siyasî birlik olarak Türk devletleri arasında seçkin bir yere sahipolmuştur.

"Hazar Barışı" (Pax Khazarica)

Kaynaklarda açıklandığına göre, Hazar hakanlığı refah içinde idi. İbn Fadlan(M.922) Hazarların bal, mum, un, kadife ve kürk ticareti yaptıklarını, Gerdîzî (M.1048) arıcılık ve balmumu ticareti ile uğraştıklarını söylemekte, İstahrî (M.930-933) Hazar devlet hazinesinin kaynakları olarak, ülkeye giriş noktalarında vekara, deniz ve nehir yollarının belirli yerlerinde elde edilen gümrük resimleri iletacirlerden alınan 1/10 vergileri zikretmekte, el-Mes'üdî (M. 944) Hazarların denizdeve nehirlerde gemiler işlettiklerini bildirmektedir.

Aynı kaynaklara göre Hazar ülkesinde tarım için verimli topraklar ve pek çok meyvebahçeleri bulunuyor ve bunlar "hayata kolaylık getiriyordu". Mevcut imkanlardolayısiyle Hazarlar şehirler de kurmuşlardı. Bunların en mühimi başkent İtilşehri idi. Öteki büyük şehirler, Belencer etrafında 4 bin kadar bahçesi ileSemender (Dağıstan bölgesinde deniz kenarında), Kuban'ın Karadeniz'e döküldüğüyerde Tamtarkan; Taman Tarhan adından), Volga kıyısında Sarıgşın (Arapkaynaklarında, Al-beyza). Bugünkü Türkçe ile "Ak-şehir" diyebileceğimizSarıgşm, başkent İtil'in bazan "Hazaran" denilen doğu kısmı idi.Başkentte hakanın oturduğu batı semtine "Han-balıg" (Han-şehri) adıverilmişti.

Başta kagan (hakan) veya Yilig (elig) ile bey (beh, peh)in bulunduğu, şad'lartarhan'lar tudun'lar idaresinde olarak, eski Gök-Türk teşkilatını devam ettiren Hazardevleti kuvvetli ordusu ile hakim olduğu geniş sahada asayiş ve ulaşım güvenliğitemin ederek 7.-9. yüzyıllar boyunca, Doğu Avrupa'da tam manasıyla bir "HazarBarışı" ("Pax Khazarica") çağı gerçekleştirmişti. Hatta bumaksatla herhangi bir dış saldırıyı vaktinde önlemek için Bizans'tan getirilenustaların yardımı ile 835'de ünlü Şarkel kalesi yaptırılmıştı. Ruskroniklerinde Bela Vedza (Beyaz kale) olarak zikredilen bu kale beyaz taştan ve tuğladaninşa edildiği için batı Türkçesi ile Şarkel (ak-ev=ak-kale) diyeadlandırılmıştı.

Hazarların Dini

"HazarBarışı" ulaşımı hızlandırmış, mal mübadelesini artırmış, dolayısiylehakanlık Doğulu, Batılı milletlerden kütleler halinde ticaret ve sanat erbabınınkaynaştığı bir ülke haline gelmişti. Bu sebeple, konuşulan çeşitli dilleryanında değişik yazılar (Gök-Türk, Arab, İbranî, Kyrill) kullanılıyordu. Ahalide çeşitli dinlerde idi. Hazarlar aslında eskiTürk-Bozkır dini olan, Tanrı'nın birliği inancına dayalı, Gök Tanrı("Tengri-Han") itikadında idiler.

Fakat milletlerarasısıkı münasebetler sonucunda ülkede İslamiyet, Hıristiyanlık ve Musevîlik deyayılmış olup, her cemaat tam bir vicdan hürriyeti içinde kendi dininin ibadet veayinlerini icra etmekte idi. Kaynaklara (İstahrî, M. 932, el-Mes'üdî, M. 944, İbnHavkal, M. 977) göre, Hazar şehirlerinde camiler,kiliseler, sinagoglar yanyana bulunuyordu. İslamlığın (9. yüzyıl ortalarında)Harezmliler aracılığı ile yayıldığı, Ortodoks Hıristiyanlığın Bizans'tangeldiği (8. yüzyıl son çeyreğinde) ve Hazar hakanının isteği üzerine meşhurİslav "apostol"u Kyrill (Kyrillos)'in başkent İtil'i ziyaretinden (861-862)sonra arttığı anlaşılıyorsa da, Musevîliğin, üstelik yalnız hakan ve ailesi ileidareci zümre dini olarak, ne zaman ve ne suretle kabul edildiği tam kesinliğeulaşmış görünmüyor.

HazarlarınMusevîliğe dönmesi umümîyetle Bulan adlı hakana bağlanmakta ve çeşitli tarihlerverilmektedir. Son araştırmalarda Bulan'ın 8. yüzyılda Khersones'de (GüneyKırım'da) din değiştirdiği ileri sürülmüştür. Bazı İslam müelliflerine(el-Mes'üdî) göre, Hazarlar Abbasî halîfesi Harunu'r-Reşîd zamanında (786-809)Musevîliğin bir mezhebine girmişlerdir. "Karay" denilen bu mezhep, Musa'nıntalimlerini ihtiva ettiği sanılan "Talmud"a fazla itibar etmeyen ve halkıbazı İslamî unsurlarla karışık bir itikat olup, Hazarların da kısa zaman içindeiyice Talmudculuğa yaklaştıkları söylenir.

960 yıllarınadoğru Endülüs Emevî devletinde Musevî nazır Hasday b. Şaprut'un Kurtuba'dan Hazarhakanı Yasef'e gönderdiği mektup ile hakanın İbranîce yazdığı rivayet edilencevap da meseleye tam bir aydınlık getirmemiştir. 16. asırda Mısır'da elegeçirilerek İstanbul'da yayınlanan (1577) bu "yazışma"("Correspondence Kha-zare")'nın ilmî yayınlara ve açıklamalara konu olanmetni (en iyisi, P. P. Ko-kovtsov, 1932, Leningrad) hakkındaki tenkidler vesikanıngerçekliği hususunda ciddî şüpheler uyandırmış ise de, içinde verilen bilgininbirçok bakımlardan doğruluğu ortaya konabilmektedir.

Netice olarak, Karay dini mensuplarının (Karaimler) Hazarülkesinde gittikçe kalabalıklaştığı ve hatta zamanımızda Kırım'da, Lehistan'dave Türkiye'de (İstanbul'da) yaşayan Karaimlerden hiç olmazsa ana dilleri ve dinîlisanı Türkçe olan cemaatlerin Musevî Hazar Türklerinin ve belki kısmen KaraimKumanların torunları oldukları anlaşılmaktadır.

Hazarların Slavlar Üzerindeki Etkisi

"Hazar Barışı"nın sağladığı sükünet ve huzurla gelişen ticarîfaaliyet, tarihin mühim hadiselerinden biri olmak üzere, Rus-İslav devletininteşekkülüne yardım etmiştir. İskandinavya-Bizans ticaret yolu üzerinde,ormanlarında kıymetli kürklü hayvanları ve orman-bozkır sınırı boyunca arılarıbol bölgelerde oturan, daha çok avcılık ve bal istihsali ile uğraşan İslav-Finkarışımı kabileler, aynı ticarî maksatlarla buraya gelen İskandinavya'lı gözüpek denizci Vareg (Norman)'lerden Rus (Ross, Rhos<Rodh=gemici, eski İsveç dilinde)diye adlandırılan maceracı bir grubun idaresine girmişler ve Hazar örneğine uygunbir siyasî yapı kazanmağa başlamışlardı (9. asrın ilk yarısı).

İlmen gölüçevresinde yerlilerden aldıkları kürk, bal, balmumu gibi mallar sayesinde Bizans ilealış-verişe girişen Vareg-Ruslar o civarda bazı kasabalar da kurmağaçalışıyorlardı. 9. yy. 2. çeyreğinde İlmen'in kuzeyindeki Novgorod şehrinin,Rurik adlı bir Vareg-Rus'un knezlik (beylik) merkezi olduğu ve bu "knez"(kelime aslen Germence'dir)'in oralardaki bazı İslav kabileleri tarafından"hükümdar olması için" nasıl davet edildiği Rusların "ilkkronik" (Nestor Tarihi. 12. asrın ilk çeyreği)'inde efsane vasfında anlatılır.

Devletinikurmuş olan Rurik, Hazarlara bağlı orta Dnyeper sahasındaki Hazar merkezi (kalesi)Sambata'ya gelerek, (862'de) tabilik statüsü altında, ticarî-siyasî faaliyetleregirişmiş ve Rurik'den sonra halefi Oleg, aynı yerde o sıralarda gelişen Kiyefşehrini kendi hakimiyetine geçirmeğe muvaffak olmuştur (882). Bu münasebetle adıancak Türkçe ile açıklanabilen Kiyefin, Sambata gibi, Türkler tarafından kurulduğuileri sürülmüştür. Bu devirde Rus knezliklerinde Türk tesirleri açıktır. Daha839'da ilk kurulan "Rhos" (Rus) birliğinde başkanın unvanı"chacanus" (khakanus=hakan) idi.

988'deHıristiyanlığı kabul eden prens Vladimir ve sonra knez Yaroslav (1036-1050) halaresmen "kagan" unvanını taşımağa devam ediyorlardı. İbn Rusta (920'lerde)Gerdîzî ve Frank kroniği (Annales Bertiniani 839’dan) ve Metropolit Hilarion (11.yüzyıl) hep Rus "hakan"larından bahsederler. 10 yüzyılda Kiyef şehrininbir kısmı "Kozari" diye anılmakta idi. Kiyefe Türkçe "Mankermen"(=büyük hisar) de denilmiş ve Moskova'dakiKremlin (=hisar, kale) sarayı adının Türkçeden geldiği belirtilmiştir. İlk Ruskanunnamesi "Russkaya Pravda"'da "drujina" (idareciler) ile teb'amünasebetlerinin açıklanmasında adeta bir Hazar-Türk topluluğunu sezinlemek mümküngörülmüştür.

Hazarların Macarlar Üzerindeki Etkisi

Hazar hakanlığı Macar (Magyar) devletinin de gerçek kurucusu durumundadır.Aslında Urallı (Fin-Ugor) bir kavim olarak, Vogul ve Ostiyaklarla yakın akraba bulunanMacarlar Ural dağlarının ormanlık yamaçlarındaki eski yurtlarından bozkırlarçizgisine inerek, buradaki Ogur Türkleri ile uzun bir devre birlikte yaşamışlardır.

M. 463'lerde Sabarların batıya göç hareketleri baskısı dolayısiyle Macarların (birkısmı bugünkü Başkırtlar sahasındaki yurtlarında /Magna Hungaria=Asıl veyaBüyük Macaristan/ kalırken), kalabalık kısmı Ogurlarla birlikte Kuzey Kafkaslar'a,Kuban nehri dolaylarına gelmişlerdir. Orada On-Ogur'ların idaresinde kaldıklan içinOn-Ogur (=Ongur, Ongri, Ungor, Ungaros, Hungarus, Hongrois, Venger vb.) adı ile detanınmış olan Macarların eski tarihine ait, Hunor ve Moger kardeşlerin bir geyikrehberliğinde Azak denizinin batısına geçtiklerine dair Batı kaynaklarındanakledilen gelenek bu kavmin, Karadeniz kuzeyinde Bulgarlarla -ve herhalde Bulgarlarınaracılığı ile- Hunlarla yakın ilişkilerinin ve Alanlarla komşuluklarınınhatıralarıdır.

Sabarların Kafkasya'yı işgalleri sırasında "Sabar(d)" diye, daha sonra(Gök-Türk hakimiyeti Kırım'a kadar uzanınca ve sonra Hazar hakimiyeti dolayısiyle) "Türk" diye anılan Macarlar, 400 yılkadar Türklerle bir arada yaşamanın neticesi olarak, Bozkır kültürünün derintesiri altında Türk kültür unsurlarını benimsemişler, ona göreteşkilatlanmışlar, hayvan beslemeyi, çiftçiliği, bağcılığı, kanun kavramınıve yazıyı öğrenmişlerdir. Halen Macar dilinde yaşamağa devam eden Türkçesözler (batı, yani -r'li- Bulgar Türkçesi'nden) bunu açıkça gösterir:Ökör=öküz, tino=dana, bika =buğa, borju=buızagı, tyuk=tavuk, /kos=koç,kecske=keçı, tarlo=tarla, teknö=tekne, karo=kazık, eke=saban, arok=arık,buza=buğday, arpa=arpa, borso=buıçak, alma =elma, szölö=üzüm, sereg=çeri(g)(ordu), beke=barış, erö=erk (kuvvet), törveny=töre (kanun), tanu=tanık (şahid),belyeg=belge, erdem=erdem, egy=kutsal, bün=günah, bölcs=bilge, kek=gök (mavi),sarga=sarı, szam=sayı, betü=biti(g) (harf), ir+ni= yazmak vb....

Macarlar Don nehri dolaylarında (Dentü-Mogyeria) iken, Hazar hakanlığınca tayinedilmiş ve hatta bir Hazar prensesi ile evlendirilmiş ve ihtimal "Kündü"unvanını taşıyan başbuğları Lebedi'nin idaresinde bulundukları sırada, doğudangelen Peçenek baskısı sebebi ile yerlerinden ayrılarak Dnyeper-Dnyester-Prutbölgesi'ne geçmişlerdir. Burada Kündü ile "Üge" taraflarından idareedildikleri zaman, herbirinin başında Hazar hakanlığının tayin ettiği birer"ür" bulunan 7 kabileden kurulu birlik teşkil ettikleri anlaşılanMacarların Türklerle büsbütün karıştıklarını kabile adları göstermektedir:Tarjan (tarkan), Yenö (Türkçe ünvan "ınak"dan), Kürt Gyarmat (yorulmaz),Ker (büyük, iri), Keszi (kesik, parça). Diğer iki kabile Fin-Ugor: Nyek ve Magyar.880'lerde batıya doğru yönelen Peçeneklere kendi ülkesinden yol vermek zorundakaldığı anlaşılan Hazar hakanı tarafından, herhalde Peçenek tehlikesine karşıMacar birliğini sağlam tutmak maksadıyla, Üge soyundan Almış-oğlu Arpad (Türkçe,Arpacık)'a tam selahiyet verildi ve o, "Türk (Hazar) usulünde töre uyarıncakalkan üzerinde kaldırılmak" suretiyle ve herhalde Gyula (=Yula, Cula, Türkçeunvan) olarak Macar kabileler birliğinin başbuğu ilan edildi. Hazar topluluğundanayrılan üç urugdan kurulu Kabar'ların da katılması ile Macar kabile sayısı 8'eyükseldi, dolayısiyle Macarlar arasında Türk unsur daha da arttı ve bu sebeptenFin-Ugorca yanında Türkçe de yaygın dil haline geldi ki, bu iki dilli durum bir asırkadar sürmüş gibidir.

889'adoğru Macarlara yönelen 2. büyük Peçenek taarruzu yüzünden Etelküzü'yü terketmek zorunda kalan Macarlar, vaktiyle Avarlarla birlikte bir kısım soydaşlarınıngittiği ve kendi hayat şartlarına uygun bulup beğendikleri Tuna-Tisa bölgesini, Arpad(ölm. 907)'ın sevk ve idaresinde, işgal ederek bugünkü vatanlarını (Macaristan,Hungaria) kurdular (896). Türk soyundan gelen ve 1301 yılına kadar devam eden Arpadsülalesi mensupları, 1000 senesinde Hıristiyanlığı (Roma Katolik) kabul edinceyekadar çoğunlukla Türkçe adlar taşımışlardır: Tarkaç, Yutaş, Taş, Tarma veGeza; iki prenses: Saroltu, Karoldu (Ak-gelincik, Kara-gelincik) ve Hıristiyanlığıdevlet dini yapan ve Stephanos (İstvan) adını alan kral: Vayk (=Bay+k). O tarihlerde Bizans kaynaklarında Macarlara daima"Türk" denildiği gibi, Macaristan'a da "Türkiye (Toupxia) adıverilmiştir. Ayrıca Macarlardan bir zümre olup bugün Erdel (Transilvanya)'deoturan Türk asıllı Szekely (Sekel)'ler 16. yüzyıl ortalarına kadar, eski Orhunalfabesinin az değişiklikle devamı olan ve Macar "Oyma yazısı" (Rovasiras)denilen yazıyı kullanmışlardır ki, bu yazıdan bir hatıra da İstanbul'dabulunmuştur (Elçi Hanı kitabesi. 16 yüzyıl).

Hazar Devleti'nin Yıkılışı

Hazar hakanlığı 10. yüzyılın ortalarından itibaren gücünü kaybetmeğe başladı.Bu, tabiat'ıyle daha önceki tarihlerde beliren sosyal huzursuzlukların sonucu idi.Ordu, Hazar unsurunun daha çok ticarî işlere kayması dolayısiyle-ücretli askersayısının gittikçe artması yüzünden, yavaş yavaş millîliğini kaybederekyabancılaşıyordu. Daha 8. asır ortalarında ücretlilerin mühim bir kısmını Harezmve civarından gelen müslümanlar teşkil ediyordu.

Memlekette dil ve din birliğinin bulunmaması, Hazar topluluğunun dağılmasınıkolaylaştıran amillerden olmuş; ordunun kuvvetten düşmesi neticesinde ticarîemniyetin sarsılması ekonomik dengeyi bozmuş; Peçeneklerin ülkeye yayılmaları,belki büyük karışıklık yılları olarak bilinen 854'lerde Kabarların, daha sonraMacarların ve ihtimal Kalizlerle Bulgar İskit'lerin yurttan ayrılmaları hakanlığıbüsbütün zaafa uğratmıştı.

İslavlardurumdan faydalandılar. Ticaret örtüsü altında etrafta saldırgan hareketleregiriştiler. Hazar sahillerindeki kasabaları yağmalıyor, tahrip ediyor, ahaliyiöldürüyorlardı (bilhassa 910, 913, 943 yıllarında). Vaktiyle hakanlık gemilerininhuzur içinde dolaştığı deniz ve nehir yollarında emniyet kalmadı. Hazar hükümetmakamlarının kanunsuzluklara engel olmağa çalışmaları İslavları büsbütünazdırdı.

Nihayet Kiyef Rusprensi Svyatoslav, Türk tarzında kurup donattığı kalabalık kara ve nehir kuvvetleriile her cihetçe borçlu bulunduğu efendilerini mağlüp, başkenti zapt ve diğerşehirleri tahrip etti (965). Yakınında 12. asırda "Saksın" şehrininkurulduğu eski başkent İtil şehri, el-Bîrünî zamanında (1048) bile harabe halindeidi... Hazarlar dağıldılar. Tamatarhan’a, Kırım'a doğru çekilenler toplulukhayatını devam ettirmeğe çalıştılar. Kafkaslarda yaşayan Karaçayların Hazarlarlaakrabalığı ileri sürülmektedir. Bugün Hazarların hatıralarından biri HazarDenizi'nin adıdır.

Hazar Devleti'nin Genel Özellikleri

Denebilir ki, VIII.-IX.yüzyıllardaki Hazar hâkimiyeti XIII.-XV.yüzyıllardaki AltınOrdu’nun Rus yurdu üzerindeki hâkimiyetinin bir öncüsü mahiyetindedir. ÇeşitliSlav zümrelerinin ayrı kabile hayatı ve ormanlarla meşguliyetinin icap ettirdiğibasamaktan, ticaret ve devlet teşkilâtı basamağına yükselmeğe başlamalarında ikiasırdan fazla süren Hazar hâkimiyetinin büyük tesir yaptığı asla inkâr vereddedilemez. Hazar Devleti ve Hazar hayatı, kendi devri için en “modern” birmanzara arzetmektedir.

Başında bulunan “Kağan” (Hakan)ın mutlaka hükümdar neslinden, yani “Kağanoğlu” olması lâzım gelmekle ve kendisine âdeta ilâhi bir ubudiyet gösterilmekleberaber, devlet işlerindeki icraatı ve mevkii bugünkü İngiltere kıralınınkindenpek farklı değildi. İcraî kuvvetin başında “Hakanbey” ünvanıyla biribulunurdu; askerî kuvvetlerin başında da “İl-şat” ünvanıyla ikinci bir şahsındurduğu anlaşılıyor. Kağan adeta devletin en yüksek sembolü olarak, representativbir şahıstan başka bir şey ifade etmiyordu; sırasına göre “Kağan” azledilir,yerine han neslinden olmak üzere başka biri çıkarılabilirdi. İkinci hususiyet de:Hazar devletinde, dünyada o devirde ve hatta sonraları bile görülmeyen nizam ve dinitolerans vardı.

Hazarlar; her cins insanlara kolaylıklar gösteriyorlar, imtiyazlar veriyorlardı;neticede: İtil ve diğer Hazar şehirleri birçok kavim ve ırkların buluştuğu ve işyaptığı bir yer oluyordu. Diğer taraftan Hazar devletinde tam bir din toleransıvardı. Zaten en eski Türk örf ve âdedine göre “herkes kendine göre tanrıyaulaşabilirdi”, yani tam bir vicdan hürriyeti mevcuttu. Bir sebeptendir ki, Hazarlararasında dört beş (belki de fazla) din yan yana serbestçe yaşayabilmişlerdir.Hazar-Türk ahalisinin büyük kısmı öteden beri Türkler’in “millî dinleri”olan şamanlığa mensup oldukları halde üst tabaka bilhassa Kağan ve saray erkânıYahudi dinini kabul etmemişlerdi. Tüccar tabakası Harezm ve diğer İslâmmemleketleriyle fazla temas neticesinde müslümandı; İtil’de, Bizans’tan ve başkamemleketlerden gelen hristiyanlar da çoktu; Skandinavyalı Rus (yani Varegler) lar daSkandinavya–German dinine mensupdular. Bu suretle herhangi bir dine mensup olmak, Hazarmemleketinde suç teşkil etmiyor ve iş güç üzerinde bunun hiçbir tesiri olmuyordu.

Hazarlar, iktisadenyükseldikçe, devletin müdafaasında “ücretli” kıtalar kullanmağa başladılar.Bu defa askerî kuvveti başka memleketlerden getirilen ve çoğu müslüman olankıtalardan teşekkül etmekteydi. İlk zamanlar, bunun faydası görülmüş ise de, çokgeçmeden, bilhassa iktisadî vaziyet bozulunca Hazarlar dıştan gelen tehlikeye karşıduramadılar. Bilhassa IX.yüzyılın ortalarında İtil-Harezm ticaret yolu PeçenekTürkleri tarafından istila edilince, Hazar ticaretine mühim bir darbe indirildiğigibi, Peçenekler bu defa Hazarlar için tehlikeli bir komşu oldular. Hazarlar, butehlikeyi, daha şarktaki Uz (Oğuz) larla bir ittifak akti suretiyle bertaraf etmekistemişlerse de, bunda muvaffak olamadılar. Peçenekler 869 tarihlerinde İdil’igeçip Don boyuna geldikten sonra, Hazarlar onlara karşı, VIII.yüzyılda Uralmıntıkasından gelerek Kuban nehri yakınlarında Aşağı Don havzasında yerleşenMacarlar’ı teşkilatlandırarak mukavemete hazırlanmışlarsa da bundan hiçbir neticeçıkmamıştı. Peçenekler kısa bir zaman zarfında Don’dan Dnestr’e kadarbugünkü Karadeniz bozkırlarını işgal ile buradaki Hazar hâkimiyet ve nüfuzunanihayet verdiler.

9 Ocak 2009 Cuma

HAZAR KİTAPLIĞI

HAZAR ÇALIŞMALARI (Kitap incelemesi)
Prof. Dr. Saadettin GÖMEÇ*

HAZAR STUDIES
Anahtar Kelimeler: Türk Tarihi, Türk Kavimleri, Hazarlar
Key words: Turkish History, Turkish Tribes, Hazars
P.B.Golden, Hazar Çalışmaları, Çeviren E.Ç.Mızrak, Selenge Yayınları, Nu:31, İstanbul 2006, 384 sayfa. 20 TL
Türk tarihi ve kültürü konusunda oldukça önemli bir bilgiye
sahip, P.B.Golden’ın “Hazar Çalışmaları” adlı kitabı Türkiye
Türkçesine aktarılarak, bu konudaki boşluk, bir parça da olsa
doldurulmuştur. Eserin İngilizce baskısı Budapest 1980 senesinde,
Bibliotheca Orientalis Hungarica serisi içerisinde, Akademia Kiado
tarafından basılmış idi. Biz daha önce “Kök Türk, Uygur Türkleri
Tarihi ve Kültürü” ile “Türk Kültürünün Ana Hatları” isimli
eserlerimizde bu neşirden ilgili yerler için faydalandık1.
Kitabı Türk ilim camiasına ve kamuoyuna kazandıran Selenge
Yayınlarını bu vesile ile tebrik ediyorum. Özellikle son yıllarda, adı
geçen yayınevi yetkilileri yurt dışında Türk tarihi ve kültürüyle
alâkalı yapılmış incelemeleri ve basılmış kaynakları Türkçeye
aktararak çok mühim bir görevi yerine getirmişlerdir. İşte “Hazar
Çalışmaları” da bunlardan birisidir.
Türk tarihinin ve kültürünün araştırılması hususunda Doğu
ve Orta Avrupa alanı maalesef zayıftır. Herne kadar Türkiye dışında
bu sahadaki tedkikler, başta Macar Türkologlar tarafından
yapılıyorsa da, Türkler bu konuda oldukça yavaştır. Genç nesil
tarihçilerimizin belki de işin zorluğundan dolayı, sadece yakın dönem
Türk tarihiyle ilgilenmeleri ki, bunda da Osmanlı ve Cumhuriyet
dönemi gelmektedir, bu alanın boş kalmasına sebep olmaktadır.
Esasında Türk tarihçiliği son zamanlarda bir hız kazanmıştır. Yeni
kurulan üniversiteler ve buralara bağlı olarak açılan Fen-Edebiyat ve
Eğitim fakültelerinin Tarih bölümlerinde epeyce araştırmacı istihdam
ediliyor. Bu arkadaşlarımız yüksek lisans ve doktora düzeyinde Türk
tarihiyle, kültürü konusunda yeni yeni çalışmalara imza atıyorlar.
Eskiye oranla şartlar da düzelmekte, ilim adamları çeşitli yollarla,
kaynakların dillerinin konuşulduğu ülkelere daha rahat giderek,
öğrenmekte ve yerinde araştırma yapabilmekteler. İşin başka bir
tarafı, tarihçiler artık tercümanlık yapmaktan da kurtulmaktalar.
Biraz evvelce de bahsettiğimiz üzere söz konusu kitapevi misalindeki
gibi, bazı yayıncılar Türk tarihi ve kültürüne ait araştırma eserleriyle,
kaynakları çevirterek, tarihçilere büyük kolaylıklar sağlıyorlar.
Hazar Çalışmaları’nın dışında Türk tarihine ait başka
kitapları ve makaleleri de bulunan P.B.Golden’ın bu eseri dört ana
bölümden meydana geliyor.
I. Bölümde, Avrupa’da Hazar Öncesi Türk Akınları, Hunlar,
Ogur Türkleri, Sabirler (Sabar), Avarlar, Kök Türkler, Bulgarlar,
Bulgar Kültürü ve Kurumları, Bulgar Lisanı Üzerine Bir Not yer
almaktadır.
II. Bölümde ise, Hazarlar, Hazarların Menşei Hususundaki
Teoriler, Hazar Kaganlığı Tarihi, Sarkel ve Proto Mogollar işlenmiştir.
Kitabın III. Bölümünde, Hazar Kaganlığı: Halklar ve
Kurumlar, İtil Bulgar Yurdu, Burtas, Kuzey Kafkasya, Kuzey
Kafkasya Hunları, Alanlar, Hazar Kaganlığı, Hazar Yurdu ve Ticaret
alt başlıkları bulunmaktadır.
IV. Bölümde de, Hazar Sözcükleri Listesi adı altında bir
çalışmanın yapıldığını görüyoruz. Burada Arap, Grek, Ermeni,
Gürcü, İbrani, Fars kaynaklarında Hazarlarla ilgili geçen birtakım
özel adların üzerinde durulmuştur. Hazar tarihiyle alâkalı olarak
anılan bazı kelimelerin telaffuzları, menşeileri vs. gibi konulara
eğilinmiştir.
Yazar bazı terimlerin izahında doğru tespitler yapmasına
rağmen, çoğunda işin içinden çıkamamış ve zorlamalar ile pek çok
Türkçe kelimeyi yabancı kaynaklara dayandırma yoluna gitmiştir ki,
bu da bir eksikliktir. Dolayısıyla sayın Golden belgeler içerisinde
boğuşup dururken, Türk kültürünün ve tarihinin özelliklerinden
uzak kaldığını bir kez daha gösteriyor.
Eserin sonlarında çeviren tarafından, İspanya’daki Emevi
sarayında vezirlik yapan Hasday ibn Şaprut’un, Hazar kaganı
Yusuf’a yolladığı mektubun tercümesiyle, Yusuf’un cevap yazısına
yer verilmiştir. Evvelce de farklı yerlerde yayınlanan söz konusu
mektupların buraya konulması, bizce gayet isabetli olmuştur. Çünkü
haklarında ciltlerce yazılar kaleme alınan mektupların mahiyetlerinin
ne olduğunu, en azından okuyucular öğrenecektir.
P.B.Golden,eserine kaynaklardan ve araştırma çalışmalarından oluşan bir Bibliyografyayı da eklemeyi
unutmamıştır.
Adı geçenin kitabının I. Bölümünde, Avrupa’da Hazar Öncesi
Türk Akınları bahsinde, Türk devlet yapısı hususunda oldukça doğru
bir tespitte bulunuluyor. Burada şöyle denmekte: Öyle gözüküyor ki,
sürekliliğin sağlanması adına gerekli bütün niteliklere sahip
olmalarına rağmen, Altaylı halkların göçebe devletlerinin tarihten
silinişi de kuruluşları kadar hızlıydı. Bu tespit, aslında ne tamamen
doğru, ne de yanlıştır. Devletler gerçekten ansızın tarihten
siliniyorlardı, ama uruglar ve boylar içinde örgütlenen bodunlar
varlıklarını muhafaza ediyorlardı. Uruglar ve boylar yeniden
gruplanıyor, eski hanedan mensupları bulunarak yönetime getiriliyor
veya bu mirası devralan yeni hanedan sülaleleri ortaya çıkarılıyor,
birliğe yeni boylar dahil ediliyor ve yeni politik güç, genellikle yeni bir
isimle bir anda doğuyordu. Halk kitlesi baki kalır, devlet yapısı
çözülür ve tekrar düzenlenir; aslında değişen isimden ve bazan da
hanedanlardan başka bir şey değildir2. Bu cümle bize N.Atsız’ın Türk
tarihine bakış anlayışının bir göstergesi gibi gelmektedir3.
Araştırmacı bu bölümde Sabar, Bulgar, Avar gibi Türk
boylarından söz açmakla beraber, Ogur Meselesi üzerinde duruyor
ki, bu konu da henüz Türk tarihi açısından yeterince
aydınlatılmamıştır. Bir sürü ilim adamı tarafından Türk yurdunun
batısında yer alan, özellikle Batı ve Latin-Bizans kaynaklarında Ogur
olarak geçen Türk kabileleri sanki doğudakilerden farklı birer
topluluk gibi algılanıyor ki, bize göre bu yanlıştır. Tarihteki bütün
Türklerin herhangi bir teşkilata girmedikleri zaman “Tölös” diye
adlandırıldıklarını, daha önceden pek çok yazımızda dile getirdik4.
İşte bu Tölösler, kendi aralarında bir birlik veya siyasi teşebbüslerde
bulununca yeni isimler alıyorlardı. Yani Karluk, Kırgız, Oguz, Basmıl
vs. olurlar. Buna binaen bir hususa daha değinmek lazımdır ki; Türk
etnik gelişimi iki kol halinde temayüz etmiştir. Bunlar, Oguz ve
Kıpçak’tır. Dilciler ve tarihçiler birtakım meselelerin izahında bu
durumu genellikle göz önünde bulundururlar. Ama bazan bunun
dikkatten kaçtığı da oluyor. Ogurlar, Tölös topluluklarının batı
kollarıdır ve bir nizama girince Bulgar, Sabar gibi isim almışlardır.
Sayın Golden, Ogur boylarının İdil sahasına VII-VIII. asırlarda
geldiğini de yazmıştır ki5, bizce bu da hatalıdır. Bu bölgedeki Türk
varlığının M.önceki çağlardan itibaren olduğunu biliyoruz. Çin
kaynaklarıyla meşhur Oguz Kagan Destanı’nda, Türk-Hun
kuvvetlerinin Doğu Avrupa seferleri herkesin malûmudur. Ve bu
coğrafya erken çağlardan itibaren Türk yerleşimine açılmıştır. Bunun
bir sonucu olarak; Hunların batı kolları İskit ve diğer Ogur-Tölös
kabileleri buralarda yurt tutmuşlardır. Ama bununla beraber
zihinleri karıştıran Ogur problemi yeniden incelenmeye muhtaçtır.
P.B.Golden, burada özellikle Bulgar meselesine oldukça teferruatlı
bir yer ayırdığı da gözlemleniyor.
Bulgar kelimesinin menşei ve Bulgarların asıllarıyla alâkalı
açıklamalarına IV. Bölümde de yer veren araştırmacı, Bars İl
konusunda yanlış bir sonuca varmıştır. O; kelimenin telaffuz yoluyla
Türkçeleştirilmiş ve asıl anlamı kaybolmuş olan Paleo-Kafkas kökenli
bir sözcükle meşgul olduğumuz ise daha yüksek bir ihtimaldir,
diyor6. Ama hem Bars, hem de İl kelimesi binlerce yıldır Türkler
tarafından bilinen ve kullanılan birer mefhumdur. Bars; arslan,
kaplan vs. cinsi bir yırtıcı hayvan olup, aynı zaman da 12 Hayvanlı
Türk Takviminin bir yılıdır ki, eski Kafkas menşeili bir sözcük olması
mümkün değildir. 8. asrın Orkun Abidelerinde Bars İl’i bir kavim ve
coğrafya adı olarak görürken, ünlü Kırgız beyi Bars’ın isminde de
rastlamaktayız7. Herhalde vatan, ülke, yurt, millet vs. anlamına
gelen “il” kelimesinin de Türkçe olmadığını kimse iddia etmez.
Bununla birlikte sayın Golden o kadar ileri gidiyor ki, Sarkel
kelimesini açıklarken; sar-, sarıg-, sarı-nın izahını Türkçe yapmakta,
fakat sondaki eki Farsçada bile aramaktadır8. Halbuki buradaki ek
de çok açıktır, -el, -il, kelimesinden başka bir şey değildir. Yani
Sarıg-el = Sarkel.
II. Bölümde, yine Hazarlar araştırılmaktadır. Ama yazarın
Hazarların menşei, nereden geldikleri gibi konularda kafası halâ
karışıktır9. Gerçi bunda da haksız sayılmaz. Çünkü Hun ve Kök
Türkler çağında Hazar çevresinde ve Kafkasya’da görülen Hazarlar
(Kasar), sonradan bir il yapısına sahip olup, büyük bir devlet de
kurdukları gibi, 8. asırda Uygurların bir alt ailesi olarak da karşımıza
çıkarlar10. Bunun yanısıra Türk ve Çin kaynaklarının dışında,
batıdaki Türk kabilelerinden söz açan belgeler İskit, Hun, Sabar,
Hazar, Bulgar etnonimlerini çoğu zaman aynı halkı, yani Türkleri
ifade etmek için kullanırlar. Bu da araştırmacıların zihinlerini
bulandırıyor. Bugün halâ İskitler konusundaki münakaşalar
sürmektedir. Ama Hazar (Kök Türk ve Çin vesikalarında Kasar diye
geçer ki, bu yüzden Hazar ile Kasar’ın aynı olup-olmadığı Batılı ilim
adamları tarafından tartışılıyor), Bulgar, Sabar gibi toplulukların
Türklüğü kuşku götürmez. Bize göre İskit federasyonunun hakim ve
idareci tabakası da Türk’tür. İşin aslına bakacak olursak İskitler,
Hunların batıdaki sınır bekçileridir. Tıpkı Hazarların, Kök Türk
Kaganlığının hudutlarını koruyan bir boy olmaları gibi.
Kitabın IV. Bölümünde Kasar-Hazar etnonimi üzerinde bir
kez daha duruluyor. Fakat Hazar kelimesinin menşei ve manalarının
yetersiz olduğu görüşünde, ancak kendisi de hiçbi elle tutulur izah
sunmuyor11.
Hun ve Kök Türk birliği dağıldıktan sonra batıdaki Türk
kabileleri önce Sabar, sonra Hazar ve Bulgar siyasi yapısı içerisinde
yer almışlar, bir müddet geçince de onlar Kök Türklerin mirasçısı
olan Hazar teşekkülüne girmişlerdir ki, Golden da buna işaret
ediyor12.
Yine Türk tarihinin problemli konularından birisi de
Akatzirlerdir. Gerçekten tarihte Akatzir diye bir kavim var mıydı, ya
da bu başka bir Türkçe adın yanlış yazılmasından kaynaklanan bir
etnonim midir? Dolayısıyla yazar bu meseleye de değinmeye
çalışmıştır ki13, bizim de bu hususta ki fikrimiz; bir Hun kabilesi
olarak görülen Akatzirlerin, Hazarların bir bölümünü oluşturan Ak
Kasarlar (Ak Hazar) olduğu yolundadır.
Hazar tarihi ile ilgili birinci elden kaynak durumunda
bulunan İslam eserlerini inceleyen araştırmacı, bunlara dayanarak;
8. asırda Karadeniz’in kuzeyi, Kafkasya ve Hazar çevrelerine Türkiye
dendiğini de vurgulamaktadır14. Dolayısıyla bu belgeler tarihteki
Türk yurdunun sınırlarının nerelerde olduğunu da
ispatlamaktadır15. Bu yüzden Hazarlar yaşamış oldukları çağlarda,
bulundukları coğrafya itibarıyla dünya dengelerinde son derece
etkiliydiler. Yani bölge ülkeleri Hazar faktörünü hesaba katmadan
birşey yapamıyordu. Bunun bilincinde olan Hazarlar da, bu
vaziyetten azami ölçü de faydalandılar. İran-Bizans savaşlarında
onlar Bizans tarafını tutmuştu. Hatta bu ittifakı kuvvetlendirmek
maksadıyla Hazar kaganının kızı İstanbul’a gelin gitti. Böyle bir
yakınlaşmayı Araplar da istediğinden, Halifenin Ermeni bölgesi valisi
Yezid, bir Hazar prensesiyle evlenmiş, ancak bu kızın kısa bir süre
sonra ölmesi, Hazarların 760’larda Kafkasya’nın güneyine
saldırmalarına sebep olmuştu16. Bunun gibi Hazarların, Arap
ordularının Kafkasya’nın kuzeyine, dolayısıyla Doğu Avrupa’ya
geçmelerine engel olmalarının yanısıra, Rusların da (Slavlar) güneye
inerek, Kafkasya ve İran’ı işgal etmelerinin önünü aldıkları görülür
ki, bu da oldukça ilginçtir.
Kitapta eski Macarlara oldukça geniş bir yer ayrılmış ve ileri
sürülen fikirlere göre, onların Ugor menşeilerinden daha çok, Türk-
Ogur kökenleri üzerinde durulmuştur17. Bu yüzden uzun yıllar
Türklük camiası içinde bulunan Macarlara şu veya bu şekilde hem
ırki, hem de kültürel manada Türk tesirinin olduğu inkar edilmiyor.
Yine eserde bir başka tartışmalı halk olan Alanlar bahsi de
mevcuttur18.
Çalışmada yer yer Hazar gelenek ve görenekleriyle,
yöneticilerinden de söz açılıyor. Buna bağlı olarak, Hazar kaganının
tacı, tahtı ve altın kemeri anılmıştır19. Bunlar eski Türk anlayışında
hakimiyet sembolleridir. Bu yüzden her hükümdarın altından tahtı,
tacı, kadehi, kılıcı ve bir de kemeri vardır ki, bunun somutlaştırılmış
şeklini 2001 senesinde, Saadettin Gömeç tarafından yürütülen
Mogolistan’daki Türk Anıtları Projesi sırasında, Bilge Kagan’ın anıt
mezarlığında gördük20.
Araştırmacının, özellikle Batılı ve Türkiye’de bu yabancılardan
etkilenen birtakım ilim adamlarının düştüğü yanlışlıkla “Türklerde
ikili krallık” diye bir anlayışı açıklamaya çalıştığına şahit oluyoruz21.
Eski Türk devletinde günümüze kadar, merkezden uzak bölgelerin
hanedana mensup kişiler tarafından bağımsız yönetildiğine dair bir
görüş hasıl olmuşsa da, bu doğru değildir. Bilakis Türklerde merkezi
bir idari sistem söz konusudur. Yapılan işler daima merkezdeki
kaganın haberi dahilinde gerçekleşirdi. Ancak, zaman zaman
mesafenin çok uzak olması nedeniyle, bazan ani kararlar alınması,
yani yerel yöneticilerin insiyatif kullanması söz konusu oluyordu ki;
bu birbirinden bağımsız iki idare olduğunu göstermez. Zaten başta
saygı duyulan ve korkulan büyük bir otorite olmasaydı ne bu Türk
hanedanları bu kadar muhteşem, ne de uzun ömürlü olurlardı.
Eser özellikle Yahudi Hazarlar üzerine kurgulandığından,
kitabın bazı yerlerinde zaman zaman bu inancın korunduğu ortaya
çıkıyor. Buna binaen sayın Golden Hazar Kaganlığının yıkılışıyla
alâkalı olarak şunları söylüyor: Kaganlığın 10. yüzyılın ikinci
yarısındaki beklenmeyen çöküşü kaçınılmazdı. Hazar ülkesinin
yıkılışı Musevileşmiş olmalarından dolayı değil, merkezi olmayan
güçlerden müteşekkil konar-göçer devlet yapısının zayıflıkları ve İtil
boylarında gelişen ekonomik yapının doğasından
kaynaklanmaktaydı. Ekonomi, Dunlop’un açıkça belirttiği gibi, çok
az doğal kaynağa dayalı “oldukça yapay” nitelikteydi. Orduyu
destekleyen ticari gelirlere dayanan, bir bakıma kaganlara gelirlere
zorla el koyma kabiliyetini sağlayan ekonomi, sürekli artan bir
gerilime yol açtı. Gelir kaynaklarından birinin zayıflaması, bir
diğerinin çöküşüne sebebiyet verebilirdi. Hiçbiri diğeri olmadan
ayakta duramazdı. Dinin etkisini bunlara atfetmek, göçebe
devletlerin doğasını tamamen yanlış anlamak manasına gelir22.
Elbette ki bir devletin çöküşünde değişik nedenleri sayabiliriz.
Bunların arasında ekonomiyle, savaş sanayi ve stratejisinde
yavaşlama da vardır. Ama bize göre, kaganlığın dağılmasının başlıca
sebebi, Kök Tengri Dininden farklı inançlara meyledilmesidir.
Yahudilik gibi diğer yerleşik hayat dinleri onların yaradılışlarına ve
milli hayat tarzlarına uymadığından, yozlaşıp gittiler23.
Kaynaklarda geçen bazı unvanların açıklanmasında da
Golden hatalıdır ki, bunlardan birisi, İl-teber’dir. Vesikalardaki Alp
İl-teber’in, teber kısmının anlamı o çağa ait ve geç dönem
sözlüklerine başvurularak verilmeye çalışılmışsa da24, bu herhalde
eski Türkçedeki “tebirmek” (tevirmek-ebirmek) fiiliyle, yani çekip,
çevirmek, idare etmek, yoluna koymakla ilgilidir25. Gürcü
kroniklerinden alınan “Bluç’an”26
şahıs adı da, bizim fikrimizce
Buluç’tur. Çorpan Tarkan unvanındaki Çorpan’ın da Çolpan’ın
bozulmuş şekli veya bundan geldiğini sanmıyoruz27. İsimde hiçbir
bozulma yoktur. Doğrudan doğruya Çorpan Tarkan’dır. Çor da,
tarkan da eski Türk devlet teşkilatında, zaten askeri ve idari birer
unvandırlar. Yine 730 senesinde, Hazar kaganının annesi Bars Bike
tarafından vazifelendirilen komutanın unvanı da Tarmaç28
değil,
muhtemelen Tamgaçı olsa gerek.
Bize göre sadece Golden değil, pek çok araştırmacının hataya
düştüğü bir konu da; Türklerin efsanevi atası ve Kök Türk
hükümdar ailesinin adı olan Aşina’nın (A-shih-na) söylenişidir.
Bilindiği gibi Çin kaynaklarına baktığımızda Türklerin bir kurttan
türediklerini ve Kök Türk hanedan ailesinin de Börü soyadını
kullandıklarını görürüz. Türklerin “börü” ve “çona” dedikleri kurt,
Çin vesikalarına Aşina (A-shih-na) biçiminde intikal etmiştir.
Bundan dolayı bu yanlış adlandırma günümüze kadar gelmiştir.
Buna bağlı olarak yazar, Hudud’ül-alem’deki Hazar hükümdarının
“Ansa” soyundan gelen bir kişidir29 kaydından yola çıkarak, diğer
bazı alimlerin de iddialarına yer vererek, sokmadığı menşe
bırakmamıştır. Halbuki kelimenin aslı bugün halâ Türklerin ve
Mogolların börü manasına kullandıkları bir başka terim olan
çonadan başka bir şey değildir30.
Netice itibarıyla, P.B.Golden’in bu çalışmasın da Türk tarihi
ve kültürü açısından dikkat edilmesi gereken birtakım hususlar söz
konusu ise de; özellikle Hazar dönemi Türk tarihi bakımından son
derece önemli bir çalışmadır. Dolayısıyla bu araştırmanın Türkiye
Türkçesine aktarılmasını takdirle karşılıyoruz.

+++++++

GÜNÜMÜZDE KARAMAN VE HAZAR TÜRKLERİ

“… Hazarlar tarih sahnesinde bir güç kaynağı olarak üç yüz yılı aşan bir süre içinde önemli roller oynamıştır. Üç kıta parçası üzerinde bu gücünü duyurmuş, hatta Hıristiyanlık, İslamiyet gibi evrensel dinlerle tanışmış, fakat bir kader çizgisi olarak üst yöneticiler veya deyim yerinde ise, Patrimonial yapı Yahudilik dinini benimsemiş, bu da sürekli bir etkileşim alanı olarak Hazar kültürünün yabancılaşmasına yol açmıştır. Benzeri görüşler Karaman Türkleri için de geçerlidir. Osmanlı’nın bir devlet kuruluşu olarak, tarih sahnesine çıkışı, Patrimonial yönetim veya Hanedan-ı Hümayun’un dünya görüşü ve akraba boylara yönelimi son derece sert olmuştur. Bu durum, Karaman boylarının Anadolu’dan uzaklaşmasına, Balkan kültürleri içinde önemli oranda kimlik yitirmelerine yol açmıştır… Tarihsel olaylara süreklilik açısından yönelen metodolojik yaklaşımlar, yukarıda belirttiğimiz üzere, hem Karaman boylarını hem de Hazar Türklerinin akıbetini sorma hakkına sahip olmalıdır.Her iki Türk boyları, farklı kültürel ve toplumsal etkileşimler sonucunda ne tür bir tablo çizmişlerdir? İzlerine rastlamak mümkün mü? Varsa yaşam biçimleri, dünya görüşleri ve günümüz Türk toplumuna bakış açıları nelerdir? Tüm bu sorunlara bilimsel açıdan yaklaşımlarda bulunmak, akrabalık değerler sistemi ötesinde bir hak ve sorumluluk duygusudur. Hazarlar ve Karaman Türk boyları, farklı inanç ve kültürler içinde asimilasyon sürecine maruz kalmak suretiyle büyük ölçüde kimlik depresyonuna maruz kalmış olsalar bile, onların izlerini sürmek yukarıda belirttiğimiz üzere Tarihselci metodoloji açısından vazgeçilmez bir haktır. Şurası bir kez daha önemle vurgulanmalıdır ki, günümüzde Karaman Türkleri kendilerini Hıristiyan kökenli değil, “Türk Ortodoksları “ olarak algıladıkları gibi, Hazarların evlatları günümüz Karaylar da aynı şekilde kendilerini Semitik kökenli değil “ Türk Yahudisi “ olarak tanımlamaktadırlar. Gözleneceği üzere hem Karamanların hem de Hazarların torunları Karay.......

+++++++

 HAZAR İMPARATORLUĞU

Liste Fiyatı: 15,00 TL
 +++++++ 

HAZAR YAHUDİ TARİHİ 
  • Kategori: Tarih
  • Yayınevi: Selenge Yayınları
  • Yazar: D.M. Dunlop
  • Çevirmen: Zahide Ay
  • Kapak Tasarımı: Nüans Ajans
  • Baskı Sayısı: 1
  • Baskı Yılı: 2008
  • Kağıt Cinsi: 2.Hamur
  • Sayfa Sayısı: 305
20 TL
Hazarlar Müslüman, Hristiyan ve Yahudidİr. Aralarında putperest olanlar da vardır. Yahudiler bu gruplar içinde sayıca en az olanıdır. Halkın çoğunluğu Müslüman ve Hristiyandır. Buna rağmen melik ve mevkebi Yahudidir.
İstahrî
Yahudi tacirlerin İdilde topladıkları tüm servet, ovman-step şeridine yerleşen Slavyanlann, Karadeniz civarı bozkrrlıları Peçeneklerin, Ural-ötesi vadilerindeki göçebe Guzlarm, Orta Kafkasyanın dağlık boğazlarını ellerinde tutan Alanların ve Azak sahillerine saçılmış bulunan Bulgarların kalplerini s.atın alamazdı.
Hazar Yahudileri tarihim yazmaya girişen Dunlop, Museviliğin Hazaryada hangi kahpece rolü oynadığını anlayamamıştır.
Kendine özgü bir din olan Musevilik, sadece Hazar Devletinin bünyesinde yer alan birçok halkın değil, bizzat Hazarların tamamının dahi dini olamazdı.
M. İ. Artamonov
Hazar Devleti, Avrupanın karanlık ufkunda parlayan ve arkasında varlığına işaret eden hiçbir iz bırakmadan sönüveren parlak bir göktaşı gibiydi.
V.V. Grigoryev
"İkili iktidar", artık Yahudİleşmesine rağmen, hakanın yüzünü yılda ancak bir defa gören halka karşı uydurulmuş koca bir yalandı. Yılın kalan diğer günlerinde ise Yahudi cemaati başkam, Hazarları ve komşu halkları, masraflarını Hazar halkının çekmek zorunda olduğu paralı askerleriyle inim inim inletirdi. Hazarlar bu parayı ödüyorlardı, ama bir çıkış yolu bulamıyorlardı.
L. N. Gumilev
+++++++
Lev Nikolayeviç Gumilöv
SELENGE YAYINLARI
20 TL
Üzülerek belirtmek gerekirse tarih boyunca insanlığın kaderinde çok önemli bir rol oynamalarına rağmen Türklerin tarih şuuruna yeterince sahip olmadıkları bir vakıadır. Mesela Göktürk İmparatorluğu'nun birinci hakanlık döneminde bu şuur yoktur ama elli yıllık esaret devrinden sonra kurulan ikinci hakanlık döneminde bu şuur belirgin olarak ortaya çıkmış ve abidelerde gelecek nesillere de tarihi şuura sahip olmaları konusunda öğütler verilmiştir. Bu öğüdü layıkıyla anlayamayan daha sonraki kuşakların yönetici kadrosu önce alfabesini, sonra yavaş yavaş kültür, dil ve töresini kaybederek öz benliğinden uzaklaşma safhasına girmiştir. Su safha takriben 1200 yıllık bir dönemdir.


T
+++++++

Marek Halter
EVEREST YAYINLARI
11 TL
10. yüzyıl... Genç İshak, Volga ile Kafkasya arasında hüküm süren Hazar Krallığı’na Kurtuba baş hahamı Rabin tarafından ulak olarak gönderilir. İshak’ın yanında taşıdığı, yüzlerce yıldır beklenen Mesih’in bu yeni Yahudi krallığına atfedildiği bir umut mektubudur. Bir yıldan fazla süren çetin ve tehlikeli yolculuğu sırasında İshak hem hayatının aşkına hem de mesih umudunun sonuna ulaşır.20. yüzyıl... Hazarlar üzerine araştırma yapan bir yazar: Marc Sofer. Araştırmaları onu Bakû’ye götürür ve orada Hazarların son sinagogunun bulunduğu bir mağara keşfeder. Büyük bir petrol rezervinin üzerinde bulunan bu mağara aynı zamanda çağın en büyük petrol savaşının tam ortasında durmaktadır. Tıpkı on asır önceki İshak gibi Sofer de orada hem aşkını hem de umutlarının sonunu bulur.Çok farklı çağlardan kahramanların bir arada sürükleyici olarak anlatıldığı bu romanda ünlü Fransız yazar Marek Halter, tarihsel roman ve çağdaş gerilim roman tarzlarını mükemmel bir biçimde birleştirerek büyük bir destanı ve harika bir aşk hikâyesini sergilemektedir. Başta ünlü yazar Arthur Koestler olmak üzere Hazarlar’ın destanı birçok yazarı etkilemiş ama hiçbir romancı şimdiye kadar günlük hayatı, aşkları, Batı’nın bu bölge üzerindeki siyasal çıkarlarını bu denli güçlü ve çarpıcı bir biçimde ortaya koyamamıştır. 
S
+++++++

HAZAR TARİHİ 
M. İ. Artamonov
SELENGE YAYINLARI
35 TL
- Önsöz
- Doğu Avrupa'daki Hun Kabileleri
- Savirler
- Utigur ve Kutrigurlar
- Avarlar
- Hazarlar'la İlgili İlk Bilgiler
- Türkler Avrupa'da
- Türk - Hazarlar Kafkas - Ötesi'nde
- Büyük Bolgarya
- Hazar Devleti'nin Teşekkülü ve İlk Dönemi
- Kuzey Dağıstan'daki Hun Krallığı
- Hazar - Bizans İttifakı
- Araplar'la Savaş
- Hazarlar'ın VII. Yüzyılın İkinci Yarısında Bizans ve Araplar'la Münasebetleri
- Hazarlar'ın Mûsevîliği Kabûlü
- Sarkel
- Hazarya'da İç Savaş. Konstantinos Phylosophus'un Misyonerliği
- Madyarlar ve Peçenekler
- Hazarlar ve Alanlar
- Hazarlar ve Ruslar
- İtil Şehri
- X. Yüzyılda Hazarya
- Hazarlar'ın Doğulu Komşuları
- Hazar Krallığı'nın Yıkılışı
- Hazar Mirası
- Sonuç
- Kitapta Geçen Olayların Kronolojisi
- Kısaltmalar
- Kaynakça
- Dizin
- Summary - The History of the Khazars
1972 yılında ölen Rus tarihçi ve arkeolog M. İ. Artamonov’un Hazar Tarihi, (Türkler, Yahudiler, Ruslar) adlı bu eseri, sahasında yazılmış en temel kaynak eserdir. Artamonov’dan sonra Hazarlar, Ruslar ve Hazar Yahudileri hakkında eser yazanların hemen tamamı, Artamonov’un bu kitabından geniş ölçüde faydalanmışlar; metodoloji olarak da onu taklit etmişlerdir.

Artamonov’un bizzat kendisi, eserini 25 yılda tamamlandığını belirtmektedir. Gerçekten de böyle bir eser birkaç yılda yazılacak bir çalışma değildir.

Eserde Hazarlar’dan önce bu bölgede yaşayan halkları, Hazarlar’ın kimlerin torunları olduğunu, komşularının hangi halklardan teşekkül ettiğini bulacak; sırasıyla Hunlar, Bulgarlar, Hazar Türkleri ve komşu Türk halkları (Peçenekler, Bulgarlar, Kıpçaklar, Oğuzlar, Burtaslar..) ve diğer komşuları (Aslar, Osetinler, Gürcüler, Alanlar, Bizanslılar, Araplar, Acemler, Harezmliler vs.) ile olan münasebetleri okuyacaksınız.

Daha sonra Yahudiler’in Hazarya’ya nereden geldiklerini, halkı nasıl köle haline getirdiklerini, nasıl memleketin efendisi olduklarını ve Hazarlar’ın Yahudiliğe geçişini; Hazar Rus çatışmalarını ve sonunda Ruslar’ın Yahudiler yüzünden bir Türk devletini zamansız yıkışlarının hikayesini bulacaksınız.S

+++++++
Onüçüncü Kabîle (TheThirteenthTribe), 

Arthur Koestler’in, Yahudi ırkı ile Mûsevîliğin özdeş olduğunu kabûl eden klâsik öğretinin, “Kabala”nın dışına çıkan, Doğu Avrupa’da, özellikle Polonya, Litvanya ve Macaristan’da yaşayan Aşkenaz Mûsevî soylarının Hazar Türklerinden geldiğini iddia eden ve bu halkın Filistin’den İspanya’ya göç etmeye mecbur edilen İsrail orijinli Sefarad Mûsevîleri ile tarihin hiçbir zaman diliminde ilgilerinin bulunmadığını belgelerle kanıtlayan bir eser.
Arthur Koestler, 1905 yılında Budapeşte’de doğdu. Aşkenaz Macar Mûsevîsi ve eski bir Marksistti. Stalin’in uygulamaları karşısında bu inancını terk etti. İngiliz vatandaşı oldu ve Londra’ya yerleşti. İngilizce yazdığı roman, makale, felsefî ve bilimsel araştırmalar ve de çok sayıda ve türde yapıt üreten, Encyclopedia Britannica’nın da bazı maddelerini yazan değerli bir yazın ve düşün adamı. Geniş araştırma ve incelemelerinden yola çıkarak yazdığı “13’üncü Kabîle” eseri, 1976’da, Londra’da yayınlandı. 1983’te Londra’daki evinde eşiyle birlikte ölü bulundu. Ölümü şüpheli görülse de polis, intihar ettikleri sonucuna vardı.
Günümüz Yahudilerinin tümü, gerçekten Sâmî ırkına mı, yoksa bir kısmı asimile olmuş Hazar Türklerine mi mensuplar konusu, bilim çevrelerinde tartışma konusu olmaya devam ediyor. Şunu ilâve edelim ki ırksal orijinleri ne olursa olsun Mûsevîlik, bir ana dindir. İncil olsun, Kur’an-ı Kerîm olsun, Mûsevîliğe, tek tanrıcılığın ilk kitabı Tevrat’a saygı duyarlar.
Arap belgelerinden, el-Balkhi (MS 921), İbn Fadlan el-İstakhri (MS 932), İbn Havkal (MS 977) yazmaları; Bizans belgelerinden, İmparator Constantin XII. Porphyrogenitus’un “De AdministradoImperio” (MS 950) eseri; Rus belgelerinden, folklor dışında ilk yazılı Rus kaynağı “PovetzVremennikh”; çağdaş kaynaklardan A. Toynbee, J. B. Bury, G. Vernandsky, S. W. Baron, C. A. Macartney, Paul E. Kahle, D.M. Dunlopve Zeki Velîdî Togan tarafından yazılmış çeşitli eserler, Tel Aviv Üniversitesi Ortaçağ Yahudi Tarihi Profesörü A. N. Poliak’ın İbranice “Hazarya” eseri ve de özellikle Endülüs Kurtuba (Cordoba) Emîri Abd-el Rahman’ın Mûsevî asıllı başbakanı Hasdai İbn Şaprut ile Hazar-Türk İmparatoru Jozeph arasında teati edilen mektuplaşmalar yazarın tezini destekleyen belgelerdir.
Prof. J. B. Bury, “A History of theEastern Roman Empire (Londra, 1912)” eserinde “İbrânî dini, İslâm dininin oluşumunu büyük ölçüde etkilemiştir. Hıristiyanlığın temeli zaten bu dine dayanır. Sağda solda tek tük kişilerin bu dîne geçtiği de sık sık görülür, ama HazarlarınYehovadînine toptan geçişi gibi bir olay, tarih boyunca görülmüş değildir” diyor.
Nitekim bu oluşumun dışında Moldova’da yaşayan ve Türk dili konuşan Hıristiyan Gagavuzlar’ın eski putperest Gökoğuzlar olduklarını, Hıristiyan Bulgar, Macar, Finlilerle ve Litvanya’da yaşayan Mûsevî Karahitay halklarıyla yakın akraba olduğumuzu biliyorsunuz sanırım. Keza, günümüzde de Türkçe konuşan Mûsevî Karaitlerin de Hazar Kağanlığının torunları olduğu tahmin ediliyor.
Türk kabîleleri, MS I’inci yüzyıldan itibaren Orta Asya’dan batı yönüne doğru göçe başladılar. Göç eden boyların tümü, “Türk” sözcüğü ile anılmış, aynı karakteri taşıyan dillerine “Türkî” dili denmiştir. Hazar Türkleri, Orta Asya’dan Hazar Denizi’nin kuzeyine, Hazar’a dökülen Volga ile Kırım Yarımadası batısından Karadeniz’e dökülen Dinyeper nehri arasına ve Kafkas Dağları kuzeyine,VI’ncı yüzyılda yerleştiler. O dönemdeki bütün Türkler gibi Şaman dinine inanıyorlardı.
Hun-Türk İmparatorluğu, MS 372 yılında Hazar’ın kuzeyinden başlattığı harekâtla Avrupa’da 80 yıl, MS 453 yılına, yâni Attila’nın ölümüne kadar kalabilmişler ve sonuçta silinmişlerdi. Çünkü Hun halkı göçebe idi. İşgal ettikleri yörede hiçbir yeni kent kurmamışlar ve mevcut kentlere yerleşmemişlerdi.
Hazarlar ise yeni yurtlarına yerleştiler ve yeni kentler kurdular. VII’nci yüzyıl, en parlak ve görkemli dönemleri oldu. Bölgede XI’inci yüzyıla kadar, en az 400 yıl hüküm sürebildiler. Hazar halkı da yarı göçebe olmakla beraber yerleşik düzene geçebilmiş bir toplumdu. İlk başkentleri Kafkas dağlarının kuzey yamaçlarında kurdukları Balanjar’dı. Daha sonra Arap saldırıları nedeniyle,VIII’inci yüzyılda Samandar kenti, buradan Hazar Denizi batısında ismi bilinmeyen bir kent, daha sonra da Volga nehrinin iki kıyısında kurulan İtil kenti başkentleri olmuştur. (Volga nehrinin Türkçe adı İtil’dir. İtil kentinin kalıntısı Sovyet arkeologları tarafından bulundu ve meydana çıkarıldı). Yarım daire şeklinde ülkeyi saran surlar, Kırım’dan başlar, kuzey yönüne açık stepleri kat eder, Don ve Volga nehirlerine kadar uzanırdı. Ülkenin güneyini Kafkas dağları korurdu. Hazarlar, kışın şehirlerinde otururlar, yazın çiftçiler bağ, bahçe ve mısır tarlalarına, hayvancılar step ve meralara giderlerdi.
Hazarların yeni ülkelerine yerleştikleri dönemde komşuları, batıda Hıristiyan Katolik Karolenjler, güneyde Ortodoks Doğu Roma (Bizans) ve Orta Doğuda Müslüman Arap ülkeleri idi. Komşularıyla sıkı ticârî ilişkiler içine girdiler. Aynı zamanda savaşçı bir kavim olan ve muntazam ordusu bulunan Hazarların bu bölgede konuşlanması, tarih boyunca bugünün devletlerinin ve bugünün sınırlarının şekillenmesini etkiledi. Şöyle ki, Müslüman Arap orduları yayılmacı ve İslâmlaştırıcı bir politika güdüyorlar, savaş ve misyonlarında başarılı oluyorlardı. Ne var ki Arap orduları, kuzey yönüne yaptıkları akınlarda Kafkasları aşamadılar; karşılarında Hazar ordusunu buldular ve püskürtüldüler (MS 732). Bundan sonraki yıllarda da ilerleme olanağı bulamadılar. Hazar Kağanlığı, Halîfe ordularının, dolayısıyla İslâmiyetin Avrupa’ya yayılışını önlemiş oldu. Komşu Doğu Roma İmparatorluğu ile barışçı bir politika izliyorlardı. İlişkilerindeki ilginç olay, İmparator V’inci Konstantin’in (741-775) bir Hazar prensesi ile evlenmesidir. Bu evlilikten doğan çocuk, İmparator IV’üncü Leon adıyla tahta çıkacak (775-780) ve ‘’Leo-Hazar’’ ismiyle anılacaktır. Hazar Kağanlığı, her zaman diliminde Bizans İmparatorluğunu Pers-Sâsânî ve Müslüman-Arap saldırılarından korumuştu.
Hazar Kağanının Şamanizmi terk ederek Mûsevîliği tercih etmesinin nedeni nedir acaba? Kağan, tek tanrıya inanan üç dinin mensuplarıyla olan yakın ilişkilerinde, Şaman dininin ilkelliğini sezmiş, devletine komşu olan Hıristiyan ve Müslüman dinlerinden birini seçmesi durumunda, her iki taraftan birinin etki alanına ve sultasına gireceğini düşünerek her iki dini de tercih etmemiş olabilir. Bu durumda, tek tanrılı bir dine geçecekse Mûsevîliği kabul etmesinden daha mantıklı ne olabilirdi? Nitekim Hazar Kağanlığı, 740 yılında resmen Mûsevîliği kabul etti. Ne var ki Şamanist etki ve geleneklerinin bir süre daha devam etmiş olmasını doğal karşılamak gerekir. Nitekim Hazar ülkesini ziyaret eden Haham Petrachia, gezi notlarında Hazarların “Talmud” eğitiminden yoksun olduklarını ifade ediyor ve onları kınıyor. (Talmud, medenî hukuk ve tören kuralları ile dinsel davranışlarıiçeren kutsal öğretidir).
Hazar İmparatorluğu, XI’inci yüzyıla kadar büyük devlet statüsünü muhafaza etti. Bu arada Oğuzların Kınık boyundan Selçuk Bey, Büyük Selçuklu Devletini kurmuş, Hazar Denizi güneyinden, Horasan’dan batıya yönelmişti. Kuman Türkleri ve diğer Oğuz boyları putperest kalmışlar, Selçuklular İslâm dinini kabul etmişlerdi. Selçuklular, Hazarlarla temas sağladığında onların da kendi dillerini (Türkçeyi) konuştuğunu görmüşler, din farklılığına rağmen dost olmuşlar, onlara paralı asker sağlamışlardı. İlginç olan, Selçuk Beyin dört oğlundan birinin adının İsrafil, oğlu Tuğrul Beyin bir oğlunun David isimlerini almış olmalarıdır.(Bu isimler Türk tarih kitaplarında Arslan Yagbu ve Kulan Arslan olarak geçer). Keza putperest Kuman kağanının oğulları da İzak ve Daniel adlarını almışlardı. Bilindiği gibi bu adlar Tevrat adlarıyla örtüşmektedir. Selçukluların Mûsevî olmadıkları kesin olduğuna göre bu adları Hazar asıllı anaların koyduğu ilk akla gelen ihtimaldir.
Hazar İmparatorluğunun sonunu getiren, Kuzeyden gelen Viking akınları, Altınordu ile savaşları ve Moğol istilâsı, özellikle de Rusya’nın kuvvetlenerek güney sularına kavuşma politikası sonucu yapılan savaşlarla yaşanan yenilgiler oldu. Kiev Prensi Vladimir’e, Hazarlar 986 yılında Kiev’e gidip Mûsevîliği telkin ettilerse de başarılı olamamışlardı. Prens Hıristiyanlığı kabul etti. Bu oluşumdan sonra yapılan çatışmalarla, vaftiz olmayı reddeden Kiev’de büyük orandaki Mûsevî topluluğu ve diğer Hazar kolonileri, batıya göç etme zorunluluğunda kalmışlardır. Gelişen Rus baskısı yanında Moğol istilâsının da göçlerde önemli rolü olduğunu yukarda belirtmiştik. Hazar göçleri yanında diğer Türk boylarından Kuman-Macar ve Bulgarlar da anayurtlarından sürülmüş, bu günkü yurtlarına yerleşmişlerdir.
Hazar göçleri, Polonya, Litvanya ve Macaristan’a yerleşmelerine, orada koloniler kurmalarına kadar sürmüştür. Polonya Krallığı, Hazar Mûsevîlerine sinagog açma, mülk sahibi olma, okul açma gibi izinler vermiştir. (1334, Büyük Casimir yasası). Bu izinler paralelinde, İbranicede “ayarah”, Yiddiş dilinde “schtetl” (ştetl) olarak adlandırılan Mûsevî kasabaları oluştu. Bu kasabaları Batı Avrupa’da oluşan Mûsevî gettolarıyla bir tutmamak gerekir. Gettoların çevresi duvarla çevrilidir, geceleri kilitlenen kapıları vardır. Bu önlemler, içe dönüklüğe yol açmış, gettonun genişleme olanağı olmadığı için de çoğaldıkça sık ve sağlıksız yapılaşmalar meydana gelmiştir. Ştetllerde ise sosyal ve hukuksal sınırlama olmadığından doğal gelişim ortamı yaratılabilmiştir. Polonya, Litvanya ve Macar Hazarları, Mûsevî kalmakla beraber zaman içinde Hıristiyan halklarına uyum göstermişler, ancak eski ülkelerindeki bazı geleneklerini de devam ettirmişlerdir. Örneğin, kadın başlıklarında günümüzde Kazak ve Türkmen kadınlarının taktığı, bir nevi türban olan “jauluk”tan vazgeçmemişlerdir. Yine, Hazar Denizi kıyılarının “gefilte” balık dolmasını yeni ülkelerine getirmişlerdir. Hıristiyanlar tarafından da benimsenen bu yemek için “Balıksız Sebt olmaz” atasözleri, bu gün de geçerliliğini korumaktadır. Ştetl halkı, Cuma güneş batmadan iş yerlerinden evlerine ulaşır ve Sebti (Şabat) aileleriyle karşılarlar. Büyük çiftliklere dönüşen ştetller, zamanla oluşan kentleşme ve girişimcilik ruhu ile kurulan sınai ve ticarî tesislere dönüşmüştür. “Yeni ufuklara doğru ilerleyin, ama bir arada ilerleyin” ilkesinden ayrılmamışlardır. Hazar Türkleri, çevre ile gelişen ilişkiler sonucunda, doğal olarak Türkçeyi unutmuş, kendi aralarında Yiddiş dilini, dış çevrede Lehçe, Macarca ve Almancayı kullanmışlardır. Çok doğaldır ki, genellikle yeni bir ülkeye yerleşen göçmenler, üç kuşak sonra evde konuştukları ana dillerini bir yana bırakıp o ülkenin dilini daha çok benimserler.
Bizde de Almanya’ya giden işçilerin üçüncü kuşak çocukları, kem küm ederek konuştukları, hattâ unuttukları Türkçeye mukabil Almancayı bülbül gibi konuşur duruma gelmediler mi?
Bazı tarihçilerin, beş yüz yıl sonra Türkçeden başka bir dil konuşuyorlar diye, Polonya, Litvanya, Macar Mûsevîlerinin Hazar-Türk kökenini reddetmeye kalkmalarını anlamak, bilmem ne dereceye kadar doğrudur?
HÂMİŞ
Son günlerde, televizyonlarda Adolf Hitler cânisinin, bir şampuan reklâmı aracı olarak kullanılması, bilim ve sanat dünyasına büyük oranda hizmet etmiş bir ulusun mensubu, saygıdeğer Mûsevî kardeşlerimizi üzmüş olmalıdır. (Daha sonra hatânın farkına varıp kaldırmışlar). Bu vesîle ile çok evvel okumuş olduğum “TheThirteenTribe” (13.Kabîle) eserinden kalan izlenimlerimi özetlemek istedim. Eserin yeni baskısı: ONÜÇÜNCÜ KABÎLE/ Arthur Koestler. Çeviri: Belkız Çorapçı. ‘’IntercontinentalLiteraryAgency’’ telif haklarıyla Plato Film Yayını. yayin@platofilm.com

Onüçüncü Kabile

Onüçüncü Kabile, tarihçi Arthur Koestler'in (1905-1983) Türk tarihini de ilgilendiren bir kitabının adı

Onüçüncü kabile 

Musevi inanışına göre İshak oğlu Yakup'un oniki oğlu olmuş, her oğul ayrı bir kabileyi başlatmıştır. (İshak, Yakup ve oğlu Yusuf İslami görüşe göre de peygamberdir.) Dünya Yahudilerinin bu oniki kabileden geldiğine inanılmaktadır. Ancak, kendisi de Musevi olan Koestler Doğu ve Kuzey Avrupa Yahudileri’nin (Aşkenazi) köklerinin farklı olduğu görüşündedir. Koestler 1976 yılında yayınladığı Onüçüncü Kabile (The Thirteenth Tribe) adlı kitabında, Ortaçağda Doğu Avrupa'nın Türk kökenlilerin denetimi altında bulunduğundan hareketle, Kuzey ve Doğu Doğu Avrupa Yahudiler’inin Türk kökenli olabileceğini öne sürmektedir.

Ortaçağ'da Doğu Avrupa 

Ortaçağın büyük bölümünde Doğu Avrupa Türkçe konuşan halkların denetimi altındaydı. 576 yılında Göktürklerin Kırım'daki Kerç kalesine yaptıkları sefer sonrasında, Karadeniz'in kuzeyi tamamen Türkçe konuşanların denetimine girdi: Sırasıyla Hazar, Peçenek, Uz ve Kıpçak gibi halklar 13 yüzyıldaki Moğol dönemine kadar bölgeyi yönettiler. Büyük güç 11.yüzyıla kadar Hazarlar, daha sonra da Kıpçaklar oldu.

Doğu Avrupa'da din [değiştir]

Türkçe konuşanlarda ve genel olarak bozkır kuşağında din Gök Tengri dini ve Şamanizm öğretisindeydi. Fakat özellikle yerleşik düzene geçenler kitabi dinlere seçmeğe başlamışlardı. O dönem Batı Avrupa'sının aksine, zorlama yoktu ve din değiştirene hoşgörü gösteriliyordu.
Hazarlar serbestçe din değiştirebiliyor ve aynı kent içinde farklı dinlerdeki kişiler birlikte yaşayabiliyorlardı. Araplar'ın Herodot'u olarak ünlenen tarihçi El Masudi'ye (896-956) göre, Hazar başkenti İtil'de yedi yargıç vardı. Bu yargıçların biri Şamanist (belki de Putperest), ikisi Müslüman, ikisi Hıristiyan, ve ikisi de Musevi'ydi.[kaynak belirtilmeli]
Hazar hanı Bulan Han da, yaklaşık 740 yılında, Museviliği benimsedi. Bulan Han'ın Musevi oluşuyla, Hazar Hanlığının her iki güçlü komşusundan da farklı bir çizgi izleme imkânı buldu.
Aynı hoşgörü daha sonraki dönemde Kıpçaklarda da görülür. Nitekim, Kıpçaklar da zamanla farklı dinlere geçmeğe başlamışlardır. (O dönem Türk dillerinin anlaşılmasında büyük önemi olan Codex Cumanicus adlı Kıpçakça-Latince sözlük te yine o dönemde Hıristiyanlığa geçen Kıpçaklar için hazırlanmıştı.)

Günümüzün Türkçe konuşan Yahudileri 

Halen Doğu Avrupa’da Türk dil grubundan bir dil konuşan, ama Musevi dinine mensup iki azınlık vardır. Bunlar Tatarlar’ın Zülküflü Çıfıt adını verdikleri Kırımçaklar ile Zülküfsüz Çıfıt adını verdikleri Karaylardır.
Kırımçakların antik dönemden beri Kırım yarımadasında yaşadıkları, Kıpçaklar zamanında ise Museviliği seçen ve aralarına karışan Kıpçakların etkisiyle Türkçe konuşmağa başladıkları düşünülmektedir.
Buna karşılık Karaylar’ın kökeni hakkında farklı görüşler vardır. Genel olarak, Karaylar’ın Hazar veya Kıpçak kökenli olduğu düşünülmekteyse de, Karaylar'ın da Kırımçaklar gibi sonradan Türkçe konuşmağa başladıklarını ileri sürenler de vardır. Karaylar ise kendilerinin Hazar kökenli olduklarını düşünmektedirler.

Koestler'in savı 

Koestler, dokuzuncu yüzyılda Hazarlardan ayrılarak, Macarlar'la birlikte Macaristan'a göçeden Kabarlar'a (Kavarlar) dayanarak, Macar Yahudilerinin Hazar kökenli olduğunu ileri sürmektedir. (Koestler'in kendisi de Macar Yahudisidir.) Koestler'e göre, özellikle Moğol saldırıları sonrasında Musevi dininden olan Hazar nüfus başta Polonya olmak üzere batıdaki ülkelere dağılmış, zamanla kendi dili yerine yerleştiği ülkelerin dilini kullanmaya başlamış ve Aşkenazi Yahudi topluluklarını oluşturmuştur. Bu sav dolaylı olarak bu günkü Aşkenazi Yahudi nüfusun kökeninin Türkler’le ilgili olabileceği anlamına gelmektedir.

Koestler'e yöneltilen eleştiriler 

Koestler'in savı yeni olmamakla birlikte, Koestler'in ünü sebebiyle çok ses getirmiştir. Amerikan Time Dergisi, 23.08.1976 tarihli sayısında kitabın özetine yer vermiştir. Bir başka tanınmış tarihçi olan Bernard Lewis (d. 1916) Koestler'in savı için "Bu kuram ... hiçbir kanıt tarafından desteklenmemektedir. Bu alanda çalışma yapan bütün ciddi bilim adamları tarafından ... uzun süre önce terk edilmiştir." demektedir.

Türkçe'ye çeviri [değiştir]

Kitap, Belkis Çorakçı Dışbudak tarafından Türkçe'ye Onüçüncü Kabile(Hazar İmparatorluğu ve mirası) adıyla çevrilmiş ve Say Yayınları'nca 1993 yılında yayınlanmıştır.

Ayrıca bakınız [değiştir]

Kaynakça 

Arthur Koestler: Onüçüncü Kabile (Hazar İmparatorluğu ve sonrası),çev: Belkıs Çorakçı, 1984, Say yayınları, 4.baskı
+++++++
+++++++
+++++++
+++++++
+++++++

8 Ocak 2009 Perşembe

HAZAR HAKANLIGI

7.-10. yüzyıllarda kuvvetli teşkilatı, canlı ticarî faaliyeti, dinî hoşgörüsü ve iktisadî refahı ile Kafkaslar ve Karadeniz'in kuzey düzlüklerinde îtil (Volga)'den Özü(Dnyeper)'ye, Çolman(Kama)'a ve Kiyefe uzanan sahada siyasî istikrar sağlayan Hazar hakanhğı Doğu Avrupa tarihinde büyük rol oynamış en mühim Türk devleti olarak görünmektedir. Hakanlığa ad veren Hazarların yukarıda gördüğümüz tarihî seyir dolayısiyle, Sabar Türklerinin devamı oldukları îslam yazarı el-Mes'üdî(10. yüzyıl)'nin bir kaydı ile de kuvvet kazanmıştır. Ona göre, îranlıların "Hazar" dedikleri topluluk Türkler tarafından "Sabar" (Sebir) diye anılır. Sabar adı yerine Hazar tabirinin hemen aynı manaya gelmesi de bunu teyid eder. Hazarları meydana getiren ahalinin yalnız eski Sabar Türkleri'nden ibaret olmadığı, aslen Sabar olan Semender ve Belencer adlı iki Hazar boyundan başka, hakanhk topraklarında yaşayan zümreler arasında türlü Türk guruplannın yer aldığı da şüphesizdir. Hazar ülkesinde Z'li (doğu) Türkçe (Hun, Gök-Türk, Uygur lehçesi) yanında R'li (batı) Türkçe (Ogur-Bulgar lehçesi) de konuşuluyor, ayrıca Fin-Ugor (Macarca) ve diğer mahallî diller kullanılıyordu. Bu, bölgede cereyan eden tarihî hadiselerin tabiî sonucu idi: Hazar devletinin ana topraklan durumunda olan Itil-Kafkaslar-Don arası saha, doğudan batıya gelişen büyük göç hareketierinin yolu olduğu için, Hunlardan, Ogurlardan, Fin-Ugoriardan. Avarlardan burada kalan kütleler hayatlarını devam ettiriyorlardı.
558'den sonraki yıllarda Sasanîlerle savaşa girişmiş Kafkaslar hakimi bir kavim olduğu bildirilen Hazarlar (daha doğrusu Sabarlar) "Hazar" adı ile 586'da Bizans'da iyice tanınmış bulunuyorlar, fakat aynı zamanda "Türk" diye anılıyorlardı. Çin kaynaklarında ise "Türk-Hazar" (T'u-küe Ho-sa-K'o-sa) adı ile zikredilmişlerdir. Bu son iki kayıt Hazar ülkesinin 576 yıllarında hakimiyeti Karadçniz'e ulaşan Gök-Türk imparatorluğu sahası içine alındığını göstermekte ve topluluk adları kullanılışında Türk geleneğine uygun düşmektedir. Böylece, Hazarlar, Gök-Türk hakanlığmın batıda en uç kanadını meydana getirmişlerdir. Ermeni tarihçisi rahip Sebeos (VII.asır)'a ve îslam kaynaklanna göre, Gök-Türk hanedam Aşına ailesinden bir başbuğun idaresinde bu durum 7. yüzyılın 2. çeyreğine kadar devam etmiş ve Hazarlar Batı Gök-Türk hakanının iradesi ile Sasanîlere karşı Bizans'a yardımda bulunmuşlardır. Hazarların Derbend'i geçerek Gürcistan'a girip Tiflis'i kuşattıkları ve Azerbaycan'a akınlar yaptıkları 626 yılına doğru, kendisi doğu Karadeniz sahillerinde bulunduğu sırada, başkenti Sasanî-Avar muhasarasına alınmış olan Bizans imparatoru Herakleios, Tiflis önlerine gelerek, Hazar hükümdar-başbuğu -ihtimal Batı Gök-Türk hakanı Tong Yabgu'nun küçük kardeşi- "Yabgu" ile vardığı anlaşma sonucunda sağladığı 40 bin atlının desteği sayesinde îran içlerine yürümeğe muvaffak olmuştu. Bu münasebetle Anadolu îranlıların istilasından kurtarılmış, Sa-sanîler artık büyük devlet olmaktan çıkmış ve Hazar kumandanı Çorpan Tarhan'ın başarı ile harekatı yürüttüğü bu sıralarda "Yabgu" da Tiflis'i zaptederek (629) bazı Ermeni kütlelerini himayesine almıştı.

Hazar tarihinin gerçek hakanlık devresi 630'dan itibaren başlamaktadır. Bu tarihte Orta Asya'da Gök-Türk hakanlığının Çin hakimiyetini tanıyarak bir fetret devresine girmesi üzerine, kendi topraklarında kendi başlarına idareler kurmağa giriçen birçok Türk topluluklarında görüldüğü gibi, Ha-zarlar da, müstakil hakanlık olarak devletlerini geliştirdiler. Başarı için ge-ekli siyasî ve iktisadî şartlar mevcut bulunuyoıdu.
Hazar Devleti, İran karşısında Bizans'ın en iyi müttefiki durumunda idi. Türk-Bizans işbirliği sayesinde zayıflayan Sasanî imparatorluğu 634-637'lerde İslam kuvvetleri tarafindan çökertilip îran toprakları Arapların eline geçerek, İslam ileri harekatı bir yandan Ermeniye yolu ile Kafkaslar'a doğru, bir yandan da Suriye üzerinden Anadolu içlerine doğru gelişmeye başlayınca, bu ittifak tabiî bir hal aldı. 7. asrın 2. yarısından itibaren gittikçe kuvvetlenerek 8. yüzyıl boyunca devam eden siyasî menfaatler ortaklığı, iki tarafın hükümdar aileleri arasında evlenmelere varacak ölçüde değer ve ehemmiyet kazandı.İmparator Justinianos II (685-695 ve 705-711) ve Konstantinos V (741-775) Hazar prensesleri ile evlendiler .
Konstantinos'un prenses Çi-çek'ten doğan oğlu, tarihte "Hazar Leon" lakabı ile tanınan împarator Leon IV (775-780) Hazar hakanının torunu oluyordu. Bu suretle imparatorlar, aynı zamanda kendi siyasî-askerî iç meselelerinin hallinde Hazar yardımından faydalanıyorlardı. Hazar Leon'un karısı îren'in, daha sonra, "Augusta" veya bir imparator naibi olarak değil, fakat tek başına ve tam salahiyetli "Basile-us" kabul ve ilan edilmesi gibi Bizans ve Roma tarihinde ilk defa görülen hadise herhalde Hazar-Türk tesiri ile izah edilebilir.
665'i takip eden yıllarda, Karadeniz kuzeyindeki "Büyük Bulgarya" devletinin kuvvetli Hazar genişlemesi karşısında dayanamıyarak parçalanması neticesi, Dnyeper'e kadar uzanan düzlükler Hazarlara geçmiş ve hakanlık Kafkasların güneyinde de îslam ileri harekatına karşı yolları kapamıştı. Araplarla Hazarların mücadeieleri şiddetli ve devamlı oldu. îlk büyük taarruz Halife Osman zamanında H. 31 (651-652)'de Selman b. Rebîa kuman-dasında yapıldı. Derbend'i aşarak Hazar başkenti Belencer'e kadar sokulan Arap kuvvetleri geri püskürtüldü ve Hazarlar güneye doğru Ermenistan'a girdiler. Bundan sonra, yarım asırdan fazla devam eden sınır boyu çarpışmalarını îslamların büyük çapta harekatı takip etti. Bu seferlerin başında Emevîlerin ünlü kumandanlarından Mesleme Abd'il-Melik (Halîfe Velîd 1 -705-715-'in kardeşi) bulunuyordu. Derbend havalisine kadar uzanan (707-710, 711 yılları) Mesleme 714'de Derbend'i zaptetti ise de, kendisinin Istanbul'a yürümek üzere Kafkaslar'dan ayrılmasından sonra, Hazar taarruzu karşısında Arap kuvvetleri geri çekildi. 722 yılında, Ermeniye valisi el-Carrah'ül-Hikemî Hazar ülkesinde büyük başarı kazandı. 730'a kadarki karşılıklı akınlar sonucunda Araplar tekrar Azerbaycan'a gerilediler. Fakat en mühim başarılarını Ermeniye ve Azerbaycan valisi Mervan b. Muhammet (sonradan halife)'in 737'deki harekatı ile elde ettiler. Bu münasebetle hakanın İslamiyeti kabule zorlandığı söylenir; ancak rivayete göre, az sonra o yine eski dinine dönmüştür. İslam halifeliğinde Abbasîlerin iktidara gelmesi ile nıücadele hızından kaybetti. Mühim olmak üzere 8. asrın 2. yarısında, 760'lardan sonra, Hazarların Tiflis'i tekrar ele geçirip Ermeniye bölgesine girmeler: zikredilmeğe değer Bu savaşlar dolayısiyle belirtildiğine göre, halîfe El-Mansür tarafından H. 141 (758)'de Daryal'da kurulmuş olan Ermeniye vilayet merkezinde vali Yezîd b.Useyd, hakanla uzlaşmak için, halîfenin arzusu gereğince bir Hazar prensesi ile evlenmek istemiş, tarhanlar refakatinde ağır çeyizi ile Berdaa(vilayet merkezi)'ya getirilen kızın doğum esnasında çocuğu ile ölmesi, hakanı bunun gerçekte bir ihanet sonucu olabileceği düşüncesine sevkederek harp sebebi sayılmış ve As-Tarhan kumandasındaki Hazar ordusu hilafet topraklarına yürümüştür.

îslam hilafet imparatorluğunun en kuvvetli devirlerinde Arap ordularına karşı gösterilen bu çetin mukavemet Hazar devletinin kudretini bir kere daha ortaya koyar. Hakikaten 8.-9. asırlarda hakanlık, îslam müelliflerinin ifadelerinden de anlaşıldığı üzere, Çin ve Bizans ile denk ayarda olmak üzere, Doğu Avrupa'nın en büyük siyasî teşekkülü durumunda idi. Sınırlan bilhassa batı ve kuzey yönünde genişlemiş, Kuzey Kafkaslar'da "Serîr" ülkesi "Avarlar", Alanlar, On-ogurlar ve Kafkaslar'ın dağlı kavimleri, Kırım'da Gotlar, İtil Bulgarian, Volga civarında Fin-Ugor Burtas'lar661 ve başka çeşitli Fin kollan, Desna ırmağı ile orta Dnyeper çevresindeki îslav kütlelerinden Radimiçler, Vyatiçler, Severianlar, Polianlar vb., Kuban havalisindeki Macarlar ve Kiyef ile dolaylan, hakanlığın idaresine girmişlerdi.
Böyiece, 9. asır sonlarına ait bir kaynakta (Eldad ha-Dani) hakanı "25 kral"ın başında olduğu söylenen Hazarlara bu siyasî gücü sağlayan başlıca imkanlardan biri, hakanlığın, coğrafî mevkii itibariyle Ortaçağ'ların belki en canlı ticarî faaliyet bölgesinin merkezinde yer almış olması idi. Hazar ülkesine İskandinavya'dan, Volga ve Kama boylarından bilhassa kürkler (samur, kakım, sansar, zerduva, tilki vb.) ve diğer ticarî mallar (balmumu,Xut-kal), Çin'den ve Türkistan'dan ipek ve kumaşlar, Bizans'tan türlü sanat ve süs eşyası geliyor, îtil ve başka Hazar çehirlerinde pazarlanıyor, bu çeşitli ve zengin emtia Orta Asya-Doğu Avrupa-Yakın-doğu kıtalan arasında bir yandan diğer yana akıyordu Hazar hakanlığı, devlete yüksek gelir sağlama bakımından bu büyük ticarî faaliyeti teşkilatlandırıp emniyet ve kontrol altına almak suretiyle en iyi şekilde değerlendiren bir siyasî birlik olarak Türk devletleri arasında seçkinleşmiştir.

Kaynaklarda açıklandığına göre, Hazar hakanlığı refah içinde idi. îbn Fadlan (M. 922) Hazarlann bal, mum, un, kadife ve kürk ticareti yaptıklannı, Gerdîzî (M. 1048) arıcılık ve balmumu ticareti ile uğraştıklannı söylemekte, îstahrî (M. 930-933) Hazar devlet hazinesinin kaynakları olarak, ülkeye giriş noktalarında ve kara, deniz ve nehir yollarının belirli yerlerinde elde edilen gümrük resimleri ile tacirlerden alınan 1/10 vergileri zikretmekte, el-Mes'üdî (M. 944) Hazarların denizde ve nehirlerde gemiler işlettiklerini bildirmektedir . Aynı kaynaklara göre Hazar ülkesinde tarım için verimli topraklar ve pek çok meyve bahçeleri bulunuyor ve bunlar "hayata kolaylık getiriyordu". Mevcut imkanlar dolayısiyle Hazarlar şehirler de kurmuşlardı. Bunların en mühimi başkent îtil şehri idi. Öteki büyük şehirler, Belencer etrafında 4 bin kadar bahçesi ile Semender (Dağıstan bölgesinde deniz kenannda) , Kuban'ın Karadeniz'e döküldüğü yerde Tmutorokan Taman Tarhan adından), Volga kıyısında Sarıgşın (Arap kaynaklannda, Al-beyza). Bugünkü Türkçe ile "Ak-şehir" diyebileceğimiz Sarıgşm, başkent îtil'in bazan "Hazaran" denilen doğu kısmı idi. Başkentte hakanın oturduğu batı semtine "Han-balıg" (Han-şehri) adı verilmişti. Başta kagan (hakan) veya Yilig (elig) ile bey (beh, peh)in bulunduğu, şad'lar tarhan'lar tudun'lar idaresinde olarak, eski Gök-Türk teşkilatını devam ettiren Hazar devleti kuvvetli ordusu ile hakim olduğu geniş sahada asayiş ve ulaşım güvenliği temin ederek 7.-9. yüzyıllar boyunca, Doğu Avrupa'da tam manasıyla bir "Hazar Barışı" ("Pax Khazarica") çağı gerçekleştirmişti Hatta bu maksatla herhangi bir dış saldırıyı vaktinde önlemek için Bizans'tan getirilen ustaların yardımı ile 835'de ünlü Şarkel kalesi yaptırılmıçtı. Rus kroniklerinde Bela Vedza (Beyaz kale) olarak zikredilen bu kale beyaz taştan ve tuğ-adan inşa edildiği için batı Türkçesi ile Şarkel (ak-ev=ak-kale) diye adlandırılmıştı.

"Hazar Barışı" ulaşımı hızlandırmış, mal mübadelesini artırmış, dolayısiyle hakanlık Doğulu, Batılı milletlerden kütleler halinde ticaret ve sanat erbabının kaynaştığı bir ülke haline gelmişti. Bu sebeple, konuşulan çeşitli diller yanında türlü yazılar (Gök-Türk, Arab, îbranî, Kyrill) kullamlıyordu. Ahali de çeşitli dinlerde idi. Hazarlar aslında eski Türk-Bozkır dini olan, Tanrı'nın birliği inancına dayalı, Gök Tanrı ("Tengri-Han") itikadında idiler Fakat milletlerarası sıkı münasebetler sonucunda ülkede îslamlık, Hıristiyanlık ve Musevîlik de yayılmış olup, her cemaat tam bir vicdan hürriyeti içinde kendi dininin ibadet ve ayinlerini icra etmekte idi. Kaynaklara (îs-tahrî, M. 932, el-Mes'üdî, M. 944, îbn Havkal, M. 977) göre, Hazar şehirlerinde camiler, kiliseler, sinagoglar yanyana bulunuyordu, îslamlığm (9. yüzyıl ortalarında) Harezmliler aracılığı ile yayıldığı, Ortodoks Hıristiyanlığın Bizans'tan geldiği (8. yüzyıl son çeyreğinde) ve Hazar hakanının isteği üzerine meşhur İslav "apostol"u Kyrill (Kyrillos)'in başkent İtil'i ziyaretinden (861-862) sonra arttığı anlaşılıyorsa da, Musevîliğin, üstelik yalnız hakan ve ailesi ile idareci zümre dini olarak, ne zaman ve ne suretle kabul edildiği tam kesinliğe ulaşmış görünmüyor. Hazarların Musevîliğe dönmesi umümîyetle Bulan adlı hakana bağlanmakta ve çeşitli tarihler verilmektedir. Son araştırmalarda Bulan'ın 8. yüzyılda Khersones'de (Güney Kırım'da) din değiştirdiği ileri sürülmüştür. Bazı İslam müelliflerine (el-Mes'üdî) göre, Hazarlar Abbasî halîfesi Harun'ur-Reşîd zamanında (786-809) Musevîliğin bir mezhebine girmişlerdir. "Karay" denilen bu mezhep, Musa'nın talimlerini ihtiva ettiği sanılan "Talmud"a fazla itibar etmeyen ve helki bazı İslamî unsurlarla karışık bir itikat olup, Hazarların da kısa zaman içinde iyice Talmudculuğa yaklaştıkları söylenir. 960 yıllarına doğru Endülüs Emevî devletinde Musevî nazır Hasday b. Şaprut'un Kurtuba'dan Hazar hakanı "Yasef'e gönderdiği mektup ile hakanın îbranîce yazdığı rivayet edilen cevap da meseleye tam bir aydınlık getirmemiştir. 16. asırda Mısır'da ele geçirilerek İstanbul'da yayınlanan (1577) bu "yazışma" ("Correspondence Kha-zare")'nın ilmî yayınlara ve açıklamalara konu olan metni (en iyisi, P. P. Ko-kovtsov, 1932, Leningrad) hakkındaki tenkidler684 vesikanın gerçekliği husu-sunda ciddî çiipheler uyandırmış ise de, içinde verilen bilginin birçok bakımlardan doğruluğu ortaya konabilmektedir. Netice olarak, Karay dini mensuplarının (Karaimler) Hazar ülkesinde gittikçe kalabalıklaştığı ve hatta zamanımızda Kırım'da, Lehistan'da ve Türkiye'de (İstanbul'da) yaşayan Karaimlerden hiç olmazsa ana dilleri ve dinî lisanı Türkçe olan cemaatlerin Musevî Hazar Türklerinin ve belki kısmen Karaim Kumanların torunları oldukları anlaşılmaktadır.
"Hazar Barışı"nın sağladığı sükünet ve huzurla gelişen ticarî faaliyet, tarihin mühim hadiselerinden biri olmak üzere, Rus-İslav devletinin teşekkülüne yardım etmiştir. îskandinavya-Bizans ticaret yolu üzerinde, ormanlarında kıymetli kürklü hayvanları ve orman-bozkır sınırı boyunca anları bol bölgelerde oturan, daha çok avcılık ve bal istihsali ile uğraşan İslav-Fin karışımı kabileler, aynı ticarî maksatlarla buraya gelen îskandinavya'lı gözü pek denizci Vareg (Norman)'lerden Rus (Ross, Rhos Rodh=gemici, eski îsveç dilinde) diye adlandırılan maceracı bir grubun idaresine girmişler ve Hazar örneğine uygun bir siyasî yapı kazanmağa baçlamışlardı (9. asrın ilk yarısı). tlmen gölü çevresinde yerlilerden aldıklan kürk, bal, balmumu gibi mallar sayesinde Bizans ile alış-verişe girişen Vareg-Ruslar o civarda bazı kasabalar da kurmağa çalışıyorlardı. 9. yy. 2. çeyreğinde İlmen'in kuzeyindeki Novgorod şehrinin, Rurik adlı bir Vareg-Rus'un knezlik(beylik) merkezi olduğu ve bu "knez" (kelime aslen Germence'dir)'in oralardaki bazı İslav kabileleri tarafından "hükümdar olması için" nasıl davet edildiği Rusların "ilk kronik" (Nestor Tarihi. 12. asrın ilk çeyreği)'inde efsane vasfında anlatılır.

Rurik, Hazarlara bağlı orta Dnyeper sahasındaki Hazar merkezi (kalesi) Samba-ta'ya gelerek, (862'de) tabilik statüsü altında, ticarî-siyasî faaliyetlere giriş-mi§ ve Rurik'den sonra halefi Oleg, aynı yerde o sıralarda gelişen Kiyef §eh-rini kendi hakimiyetine geçirmeğe muvaffak olmuştur (882). Bu münasebetle adı ancak Türkçe ile açıklanabilen Kiyefin, Sambata gibi, Türkler tarafın-dan kurulduğu ileri sürülmüştür. Bu devirde Rus knezliklerinde Türk tesirleri açıktır. Daha 839'da ilk kurulan "Rhos" (Rus) birliğinde baçkanın unvanı "chacanus" (khakanus=hakan) idi (Frank kroniki Annales Bertini-ani). 988'de Hıristiyanlığı kabul eden prens Vladimir ve sonra knez Ya-roslav (1036-1050) hala resmen "kagan" unvanını taşımağa devam ediyorlardı. îbn Rusta (920'lerde) Gerdîzî ve Metropolit Hilarion (11. yüzyıl) hep Rus "hakan"larından bahsederler. 10 yüzyılda Kiyef şehrinin bir kısmı "Kozari" diye anılmakta idi. Kiyefe Türkçe "Mankermen" (=büyük hisar) de denilmiş ve Moskova'daki Kremlin (=hisar, kale) sarayı adının Türkçeden geldiği belirtilmiştir. İlk Rus kanunnamesi "Ritsskaya Pravda" (XI. yüzyıl 2. yarısı)'da "drujina" (idareciler) ile teb'a münasebetlerinin açıklanmasında adeta bir Hazar-Türk topluluğunu sezinlemek mümkün görülmüştür.
Hazar hakanlığı Macar (Magyar) devletinin de gerçek kurucusu durumundadır. Aslında Urallı (Fin-Ugor) bir kavim olarak, Vogul ve Ostiyaklarla yakın akraba bulunan Macarlar Ural dağlarının ormanlık yamaçlarındaki eski yurtlarından bozkırlar çizgisine inerek, buradaki Ogur Türkleri ile uzun bir devre birlikte yaşamışlardır. M. 463'lerde Sabarların batıya göç hareketleri baskısı dolayısiyle Macarların (bir kısmı bugünkü Başkırtar sahasındaki yurtlarında /Magna Hungaria=Asıl veya Büyük Macaristan/ kalırken), kalabalık kısmı Ogurlarla birlikte Kuzey Kafkaslar'a, Kuban nehri dolaylarına gelmişlerdir. Orada On-Ogur'ların idaresinde kaldıklan için On-Ogur (=Ongur, Ungri, Ongri, Ungor, Ungaros, Hungarus, Hongrois, Venger vb.) adı ile de tanınmış olan Macarların eski tarihine ait, Belar (Bul-gar)'ın gelinleri ile Alan prensinin iki kızının Hunor (Hun-eri) ve Moger (Magy-eri) taraflarından kaçırılıp zevceliğe alındıklan hikayesi ile, Hurorve Moger kardeşlerin bir geyik rehberliğinde Azak denizinin batısına geçtiklerine dair Batı kaynaklarında nakledilen gelenek Macarların, Karadeniz kuzeyinde Bulgarlarla -ve herhalde Bulgarların aracılığı ile- Hunlarla yakın ilişkilerinin ve Alanlarla komşuluklarının hatıralarıdır. Sabariarın Kafkasya'yı işgalleri sırasında "Sabar(d)" diye, daha sonra (Gök-Türk hakimiyeti Kırım'a kadar uzanınca ve sonra Hazar hakimiyeti dolayısiyle) "Türk" diye anılan Macarlar, 400 yıl kadar Türklerle bir arada yaşamanın neticesi olarak, Bozkır kültürünün derin tesiri altında Türk kültür unsurlarını benimsemişler, ona göre teşkilatlanmışlar, hayvan beslemeyi, çiftçiliği, bağcıhğı, kanun kavramını ve yazıyı öğrenmişlerdir. Halen Macar dilinde yaşamağa de-vam eden Türkçe sözler (batı, yani -r'li- Bulgar Türkçesi'nden) bunu açıkça gösterir: ÖA:ör=öküz, n>ıö=dana, bika =buğa, borjıı=bızagı, tyuk=tavuk, /co5==koç, kecske=keçı, tarlo=taıa, teknö=tekne, ^aro=kazık, eke=saban, arok=aııi, bıaa=bugüay, arpa=arpa, borso^buıçak, a//na=elma, szölö= (sidleg'den)üzüm, sereg=çeri(g) (ordu), beke=han^, ero=erk (kuvvet), tör-veny=töre (kanun), tamı=tamk (şahid), belyeg=(pu) belge, erdem=eTdem (fazilet), egy=kutsal, frü/ı^günah, öö/c^=bilge, kek=gök (mavi), sarga=san, zsam=s3iyı, betü=biü(g) (harf),/+/ı;= yazmak vb....

Macariar Don nehri dolaylarında (Dentü-Mogyeria) iken, Hazar hakanlığınca tayin edilmiş ve hatta bir Hazar prensesi ile evlendirilmiş ve ihtimal "kündü" unvanını taşıyan başbuğları Lebedi'nin idaresinde bulundukları sırada, doğudan gelen Peçenek baskısı sebebi ile yerlerinden ayrılarak Dnyeper-Dnyester-Prut böl-gesi (=Etel-küzü~Etelköz=nehirler arası)'ne geçmişlerdir. Burada Kün-dü ile "Üge" taraflarından idare edildikleri zaman, herbirinin başında Hazar hakanlığının tayin ettiği birer "ür" bulunan 7 kabileden kurulu birlik teşkil ettikleri anlaşılan Macarların Türklerle büsbütün karıştıklarını kabile adları göstermektedir: Tarjan (tarkan), Yenö (Türkçe ünvan "ınak"dan), Kürt Gyarmat (yorulmaz), Ker (büyük, iri), Keszi (kesik, parça). Diğer iki kabile Fin-Ugor: Nyek ve Maeyar 7. Bunlardan Orta Asya'da Türk asıldan bir boy olarak görünen Kürt kabilesi inden hiç olmazsa bir bölümün Gök-Türkler çağında gelerek Macarlara katıldığı sanılıyor.(bu görüş çürütülmüştür bk. 1. dipnot) 880'lerde batıya doğru yönelen Peçeneklere kendi ülkesinden yol vermek zorunda kaldığı anlaşılan Hazar hakanı tarafından, herhalde Peçenek tehlikesine karşı Macar birliğini sağlam tutmak maksadıyla, Üge soyundan Almış-oğlu Arpad (Türkçe, Arpacık)'a tam selahiyet verildi ve o, "Türk (Hazar) usulünde töre uyarınca kalkan üzerinde kaldırılmak" suretiyle ve herhalde Gyula (=Yula, Cula, Türkçe unvan) olarak Macar kabileler birliğinin başbuğu ilan edildi. Hazar topluluğundan ayrılan üç urugdan kurulu Caöa'ların da katılması ile Macar kabile sayısı 8'e yükseldi, dolayısiyle Macarlar arasında Türk unsur daha da arttı ve bu sebepten Fin-Ugorca yanında Türkçe de yaygın dil haline geldi ki, bu iki dilli durum bir asır kadar sürmüş gibidir. 889'a doğru Macarlara yönelen 2. büyük Peçenek taarruzu yüzünden Etelküzü'yü terk etmek zorunda kalan Macarlar, vaktiyle Avarlarla birlikte bir kısım soydaşlarının gittiği ve kendi hayat şartlarına uygun bulup beğendikleri Tu-na-Tisa bölgesini, Arpad (ölm. 907)'ın sevk ve idaresinde, işgal ederek bugünkü vatanlarını (Macaristan, Hungaria) kurdular (896). Türk soyundan gelen 713 ve 1301 yılına kadar devam eden Arpad sülalesi mensupları, 1000 senesinde Hıristiyanlığı (Roma Katolik) kabul edinceye kadar çoğunlukla Türkçe adlar taşımışlardır: Tarkaç, Yutaş, Taş, Tarma ve Geza; iki prenses: Saroltu, Karoldu (Ak-gelincik, Kara-gelincik) ve Hıristiyanlığı devlet dini yapan ve Stephanos (îstvan) adını alan kral: Vayk (=Bay+k)715. 0 tarih-lerde Bizans kaynakiannda Macarlara daima "Türk" denildiği gibi, Macaristan'a da "Türkiye (Tourkfıia) adı verilmiştir. Ayrıca Macarlardan bir zümre olup bugün Erdel (Transilvanya)'de oturan Türk asıllı Szekely (Sekel)'ler717 16. yüzyıl ortalarına kadar, eski Orhun alfabesinin az değişiklikle devamı olan ve Macar "Oyma yazısı" (Rovasîras) denilen yazıyı kullanmışlardır ki, bu yazıdan bir hatıra da İstanbul'da bulunmuştur (Elçi Hanı kitabesi. 16 yüzyıl).

Hazar hakanlığı 10. yüzyılın ortalarından itibaren gücünü kaybetmeğe başladı. Bu, tabiat'ıyle daha önceki tarihlerde beliren sosyal huzursuzlukların sonucu idi. Başlangıçta 1 liklerden kurulu olan ordu -Hazar unsurunun daha çok ticarî içlere kayması dolayısiyle-ücretli asker sayısının gittikçe artması yüzünden, yavaş yavaş millîliğini kaybederek yabancılaşıyordu. Daha 8. asır ortalarında ücretlilerin mühim bir kısmını Harezm ve civarından gelen müslümanlar (Khalis~ Kh ~alis=Kaliz'ler) teşkil ediyordu. Mesela yukarıda 762-764 hadiseleri dolayısiyle zikrettiğimiz Aslarhaıı daha zıyade kendi yurttaşlarına kumanda eden Harezmli bir askerdi. Memlekette dil ve din birliğinin bulunmaması, Hazar topluluğunun dağılmasını kolaylaştıran amillerden olmuş; ordunun kuvvetten düşmesi neticesinde ticarî emniyetin sarsılması ekonomik dengeyi bozmuş; Peçeneklerin ülkeye yayılmalan, belki büyük karışıklık yılları olarak bilinen 854'lerde Kabarların, daha sonra Macarların ve ihtimal Kalizlerle Bulgar îskil 721'lerin yurttan aynlmaları hakanlığı büsbütün zaafa uğratmıçtı. îslavlar durumdan faydalandılar. Ticaret örtüsü altında etrafta saldırgan hareketlere giriştiler. Hazar sahillerindeki kasabaları yağmalıyor, tahrip ediyor, ahaliyi öldürüyorlardı (bilhassa 910, 913, 943 yıllannda). Vaktiyle hakanlık gemilerinin huzur içinde dolaştığı deniz ve nehir yollarında emniyet kalmadı. Hazar hükümet makamlarının kanunsuzluklara engel olmağa çalışmaları îslavları büsbütün azdırdı. Nihayet Kiyef Rus prensi Svyatoslav, Türk tarzında kurup donattığı kalabalık kara ve nehir kuvvetleri ile her cihetçe borçlu bulunduğu efendilerini mağlüp, başkenti zapt ve diğer şehirleri tahrip etti (965). Yakınında 12. asırda "Saksın" şehrinin kurulduğu eski başkent îtil şehri, el-Bîrünî zamanında (1048) bile harabe halinde idi.. Hazarlar dağıldılar. Tmutorokan'a, Kırım'a doğru çekilenler topluluk hayatını devam ettirmeğe çalıştılar. Diğer taraftan Hazarlar yabancı ülkelerde de bazı hatıralar bırakmışlardır: İshak b. Kündücük, Ab-basî halîfesi el-Mu'temid zamanının (870-891) tanınmış kumandanlarındandı. Tegin b. 'Abdullah'il-Hazarî üç kere Mısır valiliği yapmıştı (10. asrın ilk çeyreği). Hatta Ye'cüc-Me'cüc seddini aramak üzere halîfe el-Vasık (842-847) tarafından Kafkaslar'a gönderilen ve Türkçe de bildiği söylenen Sellam-ut-Teı-cüınan aslen bir Hazar Musevîsi olduğu rivayel edilmiştir. Kafkaslarda yaşayan Karaçayların Hazarlarla akrabalığı ileri sürülmektedir. Bugün Hazarlann hatıralarından biri Hazar Denizi'nin adıdır.
(1) "Son zamanlarda ülkemizde bâzı millîyetçi! çevrelerce Kürt'lerin bir Turan boyu, dolayısıyla Türk oldukları iddiâları öne sürülmüştür. Buna mehâz olarak da Türk Yazısı ile yazılmış Elegeş yazıtının 8inci satırındaki KÜRTLKN harflerinden oluşan üç sözcük gösterilmiştir. "KÜRT eL KaN" yânî "Kürt Eli Hanı" şeklinde algılanan bu sözcüklere dayanılarak ileri sürülen bu görüş yanlıştır. Aslında iki kelimeyi oluşturan bu harflerin "KÖRTüL KaN" yânî "Kuvvetli (kudretli, şiddetli) Han" anlamında olduğu âşikârdır." www.tonyukuk.com 'dan ayrıca bknz :Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, Şubat 98 112. sayı, sf 231